8 Temmuz 1922, Bursa,

Sıcaktı. Çok sıcaktı. Kavuruyordu. Ortapazar’da, bahçeleri birbirine bakan evlerde yaşayan konu komşu, sütçü Nusret’in Uludağ’ı gören bahçesinde toplanmışlardı. Çanakkale Gazisi Nusret, envayi çeşit meyve ağaçlarıyla dolu devasa bahçesinin tam ortasında durmuştu. Yüz elliden fazla insan vardı. Erkekler tüfeklerini sıkı sıkı tutuyorlar, kadınlar kama ve bıçaklarını değme avcılara taş çıkartırcasına ustaca tutuyorlardı. Hepsinin gözlerinde avını parçalamaya hazır bir aslanın bakışı vardı. Bıraksanız çağlayanlar gibi, Bursa önlerine gelen Yunan’ı silip süpüreceklerdi. Süpüreceklerdi süpürmesine lakin akıllı olmak gerekti. Zira karşılarında top yekün bir ordu vardı. Yapabilecekleri tek  şey, onlar mahallelerine gelince, herkes ormanı andıran bahçesine gizlenecek, asla bir arada bulunmayacak ve tepeleyecekleri kadar çok Yunan askerini tepeleyecekti. Nusret Çavuş da tam bunu haykırıyordu:

-Yiğitlerim, düşman akşamüstü burada. Şansımız yardım ederse karanlık çökünce. Ah bir öyle olsa.. Gündüz haklayacağımızın çok daha fazlasını haklarız. Dün genç kızlarımızı, çocuklarımızı Kireç ocakları mevkiine salimen yerleştirdik. Elimizdeki bütün erzağı da onlara verdik. Elimizdeki tüfek ve fişeklerin bir kısmını da onlara bıraktık. Yunan kolay kolay onları bulamayacak. Lakin bulursa da görecek gününü. Bizim genç kızlarımız yamandır. Kendilerini ve kardeşlerini kanlarının son damlasına kadar koruyacaklardır. Şimdi biz yapacaklarımıza bakalım. Her sokakta bir habercimiz olacak. İşgalcilerin geldiğini olabildiğince erken öğrenecekler. Bir parolamız olacak. Yakınlaştıklarında herkesin duyabileceği kadar, ancak mümkün olduğu kadar da alçak haber verecekler. Kardeşlerim, işte o zaman kahpe düşman evlerimizde kuzu kuzu onları beklediğimizi ve kaderimize razı olduğumuzu sandığından kapıları tekmeleyecektir. Kapılar açılmayınca kırarak içeri gireceklerdir. İşte o zaman geniş bahçelerimizde, saklandığımız yerlerden, yayından fırlayan oklar gibi fırlayacak ve Türk Yurdunu işgal etmek ne demek onlara göstereceğiz.. Yaratan, hepimize şehit olma onurunu nasip etsin..

Hepsi şehitlik mertebesine ereceklerdi. Bunu biliyorlardı. Lakin ölüm hiç korkutmuyordu onları. Nusret Çavuş’un karısı Fatma Bacı ve diğer kadınlar, son yemeklerini yiyecek olan bu ışıltılı insanlara kuru ekmek getirdiler. Ellerinde, avuçlarında ne varsa, Kireç ocaklarına mevzilenmiş kuzularına verdikleri için kuru ekmekten başka hiçbir şeyleri yoktu. Bu mangal yürekli insanlar, ellerindeki ekmekleri baklava börek yer gibi yediler…

Akşamüstüydü. Kahpe düşman henüz gelmemişti. Eli silah tutan bütün mahalleli, avuçlarının içi gibi bildikleri; yaz olduğu için adeta birer yağmur ormanını andıran bahçelerinin en kuytu yerlerine saklanmışlardı. Mermileri namlulara vermişlerdi. Her bahçede beşer-altışar kişi vardı. Ve hepsi de başka başka yerlerde bulunmaktaydılar. Tüfeği olmayanlar ise, Bursa insanı kadar güçlü olan Bursa çeliğinden yapılmış kamalarını sıkı sıkı tutuyorlardı. Bahçeleri birleştiren sınır duvarlarının üzerinde de gözcüler vardı. Kuş uçurtmuyorlardı. Sokaktaki habercilerle irtibat halindeydiler. Kalleş düşman mahalle içine adım attığında parola duyulacak ve Yunan feleğini şaşıracaktı…

Sabahki  kavuran güneş gitmiş, onun yerine daha da ölümcül bir sıcak gökyüzüne kurulmuştu. İnsanların üzerindeki elbiseler sırılsıklam olmuşlardı. Bursalı güvercini sever. Çok sever. Berber Recep bir ara fırsatını bulmuş, kendisinin ve komşularının güvercinlerini gökyüzüne salıvermişti. Canından çok sevdiği, çocuklarını salmak çok zor gelmişti ona. Ama öyle yapmalıydı. Kahraman Bursalılar, aynı anda saklandıkları yerlerden başlarını gökyüzüne çevirdiler, güvercinleri gördüler. Hepsi de adeta kartal gibiydiler. Öylesine güçlü kanat çırpıyorlardı ki, sözcüklerle anlatabilmek kabil değildi. Güvercinler gökyüzünde dönüp duruyorlardı. Sahiplerinin olduğu yerin üstünde sevgiyle onlara bakıyorlardı. Neden sonra uzaklaşıp gittiler…

Alacakaranlık hisarı bir yorgan gibi örtmüştü. Çok değil on beş-yirmi dakikaya her taraf kapkaranlık olacaktı. Bu da tam mahallelinin istediği şeydi. Yeter ki karanlıkta gelsindi Yunan…Öyle de olmuştu. Bir alay Yunan askeri, Osmangazi ve Orhangazi’nin türbelerini terbiyesizce küçümseyerek, Şehadet Camisi’nin dar aralığından Orta Pazar içlerine girdiler. Şehadet Camisinde yaşlılar Akşam Namazından çıkıyorlardı. Bir Yunan yüzbaşısı, dalga geçercesine elini sallayarak beş ihtiyarı ayağına çağırdı. Her biri savaş Gazisi olan bu ihtiyarlar onları görünce yere tükürdüler. Sarı saçlı  Yunan zabiti sinirden deliye döndü. Gözleri yuvalarından fırlayacakmış gibi oldu. Tabancasını çıkardı. Ardı arkasına ateşleyerek dört kahramanı şehit etti. Hızını alamadı. Yerde al kanlar içinde yatmakta olan gazileri tekmelemeye başladı. Dördü hakkın rahmetine kavuşmuştu. Gök gözlü Gazinin şehadet mertebesine varması yakındı. Son gücünü toplayarak, hala sinirden kudurmakta olan yüzbaşının gözlerinin içine baktı. Bakışları çifte su verilmiş çelikten daha çelikti. Onun kalbini yerinden söküp çıkartırcasına şunları söyledi:

-Yakında defolup gideceksiniz. Kahraman Türk Milletinin bağrından çıkan Mustafa Kemal önderliğindeki Türk Ordusu bu yaptığınıza  sizi pişman edec…

Vaktiyle Balkan Harbinde, Trablusgarp Harbinde savaşmış olan gök gözlü Gazi son sözlerini tamamlayamadı. Ağzının kenarından kan geldi. Başı öbür tarafa düştü. Yüzüne bir melek bakışı yerleşti. Yunanlı subaylar bunu görünce çok şaşırdılar. Bir anlam veremediler…

Yunan alayı, kahramanların kendilerini bekledikleri mahalle içlerine ilerlediler. Haber duyuldu. Herkes, Yaradana dua ediyor; Ondan muvaffak olmasını diliyordu. Her şey tam beklendiği gibi oldu. Kapılar çalındı. Açılmadı. Tekrar tekrar çalındı. Tekrar tekrar açılmadı kapılar. Yunan fena halde yanılmıştı. Kendilerini bekleyen cehennemden bihaber bir şekilde kapıları kırdılar. Askerler, ağızlara alınmayacak küfürler savuruyorlardı. Evleri karanlık ve bomboş görünce bir oyuna geldiklerini anladılar. Anladılar anlamalarına ama artık yapacakları bir şey yoktu. Gökyüzüne yerleşen ayın ışığı altında, kahramanlar aynı anda yerlerinden fırlayarak askerlerden yarısından fazlasını tepelediler…

Gün doğdu. Her Türk gibi Bursalılar da kahramanca savaştılar. Güçlerinin yettiğinden çok daha fazlasıyla düşmana zayiat verdirdiler. Ve o düşman geldiği gibi gitti…

 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.