Mahalleli son günlerde çok huzursuzdu. Gece yarısına doğru iki katlı metruk evden gelen kah kadın kahkahaları, kah kadın çığlıkları hemen herkesin psikolojisini darmadağın etmişti. Öyle ki mahallenin erkekleri sesler başlar başlamaz, mahallenin meydanında toplanıyor; ellerindeki sopalarla koşar adım dere kenarındaki kerpiç eve gidiyorlardı. Evin çürümüş kapısından içeri giriyor; bahçeyi, avluyu, odaları ve ayakta zor duran üst katı didik didik ediyorlardı. Ellerindeki fenerlerle bakmadık delik bırakmıyorlardı. Emin oldukları ve erkek olmalarına rağmen pek çoğunu ürperten bir gerçek vardı. Bu olanlar; o evi farklı amaçlarla kullanmak isteyenlerin işi olamazdı. Zira kahkahaları duyduktan hemen sonra soluğu bu metruk evde alıyorlardı..

Gene öyle bir geceydi. Balıkçı Turan, arkasındaki bakkal Selahattin’e ve onun yanında korkudan gözleri yuvalarından fırlayacakmış gibi olan emekli memur Dinçer’e dönerek:

-Yok arkadaş, burada ne oluyor, ne bitiyor. Aklım sırrım ermiyor. Yarın bir de polise haber verelim bakalım. Burayı takibe alsınlar. Ancak bu işin arkasında nasıl bir güç var. İşte onu bilmiyorum, bilemiyorum…

Üç mahallelinin arkasında dört erkek daha vardı. Ellerindeki fenerler gecenin karanlığında birbirlerinin gölgelerini adeta birer heyula gibi gösteriyorlardı. En ufak hareketleri gölgelerin büyümesine ya da küçülmesine yol açıyordu. Fırıncı Nusret, köşedeki pislikten rengi değişmiş koltuğa bıraktı kendini. Üç Kulhü bir Elham okudu. Diğerleri de.. Tam dualarını bitirmişlerdi ki; avlunun öbür tarafındaki bakımsız bahçeden acılar içinde can veren bir kadın feryadı duymuşlardı. Dehşet dolu bakışlarla birbirlerinin gözlerine baktılar. Sesi tanıdılar. Bu ses geçen yıl evinin önünde ve iki çocuğunun gözleri önünde bıçaklanarak öldürülen Kamile Hanımın çığlığıydı. Kadıncağızın hiçbir günahı yoktu. İşsiz güçsüz gezen; üstüne üstlük zavallı kadının el emeği göz nuru ile dikerek sattığı gömlek paralarını dahi kumara yatıran kocası İhsandan boşanmak için mahkemeye başvurmuştu. Kocasına çok şans vermişti. Lakin İhsanın değişmeye hiç niyeti yoktu. Bunun üzerine çok düşünerek ondan boşanma kararı almıştı. Olay günü İhsan, akşamüstü evin kapısını çalmıştı . Bağırarak karısına kapıyı açmasını söylemişti. Kadın kapıyı açmamıştı. Açmamıştı açmasına ancak sinirden gözü dönmüş adam bütün gücüyle kapıyı yumruklamaya başlamıştı. Çaresiz kadın kapının önünde biriken erkekli kadınlı komşularına daha fazla rezil olmamak için üst kattan aşağıya inmiş ve kapıyı açmıştı. Korkudan titreyen iki çocuğu da annelerinin peşinden gitmişlerdi. Babalarının gözü dönmüş bir şekilde annelerine bağırdığını ve onu sert bir şekilde itip kaktığını gören yavrucaklar bir kenara çömelmiş, birbirlerine sarılmışlardı. O esnada komşuları; yıllarca birbirlerine oturmaya gidip gelen komşuları ne acıdır ki olanı biteni sanki bir film seyrediyor gibi seyrediyorlardı. Kahveci Muhittin ileride ne olacağını sezmişti. İhsana doğru yürüdü, araya girecekti. Lakin Selahattin hızla onun yanına gelerek adama engel oldu:

-Dur, karı koca arasına girilmez…

Arkalarındaki kalabalıktan da benzer homurtular yükseldi. Bunun üzerine belki de olacakları önleyebilecek tek kişi olan Muhittin istemeye istemeye geri çekildi. Ağzından salyalar saçarak bağıran İhsan, karısının yüzüne bütün gücüyle bir yumruk attı. Zavallı kadın aldığı darbenin etkisiyle yere kapaklandı. Zaten kuş kadar hafif bir kadındı. İhsan yukarıdan onu tehdit ediyordu:

-Söyle barışıyor musun, barışmıyor musun?

Yüzü yerdeki çamura bulanmış biçare kadın belli belirsiz, “asla” diyebildi..

Seyirciler oyun izlemeye devam ediyorlardı. İhsan kadını yerden kaldırdı. Cebindeki bıçağı çıkartıp hiç acımadan kadının karnına saplayıp, oradan kaçmıştı. Çok geçmeden yakalanmış ve hapse atılmıştı. Atılmıştı atılmasına fakat günahsız bir kadın ve bir anne olan Kamile Hanım yavrularının şok olmuş bakışları arasında hunharca öldürülmüştü. Sorumluluk sahibi (!) komşular iki gün, üç gün “ah, vah” etmişler, sonrasında da olanı biteni unutarak günlük hayatlarına dönmüşlerdi. Devlet ise sahipsiz kalan iki çocuğu sahiplenerek yurda yerleştirmişti…

Metruk evdeki mahallenin erkekleri merhumenin çığlığını duyar duymaz iliklerine kadar ürperdiler. İçlerinden birisi bu yürekleri söküp çıkartan feryatları duysa, hayal gördü diyeceklerdi. Ancak su gibi berrak bir gerçek vardı. Hepsi aynı anda aynı sesi duymuşlardı. Ellerindeki fenerlerle koşarak metruk evden uzaklaştılar. Kendilerini evlerine zor attılar. Kolay kolayda kendilerine gelemediler. Kendilerine geldiklerinde şahit olduklarını ailelerine anlattılar. Onlar da dehşet içindeydiler…

O gece sonrasında metruk evden gelen çığlıklar ve kahkahalar giderek arttı. Bazen kahkahalar ve çığlıklar birbirine karışıyor; bazen de kahkahalar insanın aklını başından alacak feryatlara dönüşüyordu. Ve işin en ürküntü veren yanı ise şuydu: Kadının öldürülmesinden bir süre önce karaktersiz kocasını durduracak olan Kahveci Muhittin’i engelleyen Selahattin dükkanı kapadıktan sonra , evine giderken; önünden geçtiği metruk evin çatı katındaki pencerede kendisine nefretle ve kinle bakan ve tamamen siyahlar içinde olan Kamile Hanım’ın silüetini görmüştü. Sağlığında herkese iyilik yapmak için çırpınan bu kadın, o an yok edici bakışlarıyla ölümüne sebep olan Selahattin’i kahretmişti. Bakışları mıknatıs gibi çekiyordu orta yaşlı adamı. Kadının etrafında hafif bir ışık belirdi. Selahattin merhumenin yüzünü görebiliyordu. Bütün yüzü kapkaraydı, gözleri kayboldu, gözlerinde mahveden bir karanlık belirdi. Kadın neredeyse son nefesini verecek olan Selahattin’e mezardan gelen sesiyle: “yavrularım senin ve beni sahiplenmeyen, olanı biteni izleyen komşularımın yüzünden annesiz kaldı..” dedi. Der demez de oradan yok oldu…

Konu komşu artık olanı biteni çok iyi anlamıştı. Mahallenin ileri gelenlerinden Muazzez Hanım hacdan yeni dönmüştü. Onun evinde toplandılar. Muazzez Hanım, kendisini merak ve korkuyla dinleyen kadınlara dönerek onları azarlar bir tavırla:

-Sizler, o kadıncağız, dayak yerken müdahale etseydiniz, o garibi kurtarsaydınız.. Yavrularına kol kanat gerecek, onların nafakalarını alın teriyle kazanacaktı.. Ve her şeyden önce de iki sabi annesiz kalmayacaklardı. Ben o esnada mahallede olsaydım, o şerefsiz İhsan’a gününü gösterirdim.. Lakin artık yapacak tek şey var. Yarın mahallenin imamını da yanımıza alarak bizler ellerimizdeki Kur’an-ı Kerim’lerle birlikte oraya gideceğiz. Kur’an okuyacağız. Ümit ederim derdimize çare olur…

Kadınlar korkmuşlardı. Bırakın o eve gitmeyi son zamanlarda evlerinden bile çıkamaz olmuşlardı. Ancak yapacak başka bir şeyleri de yoktu. İsteseler de istemeseler de gideceklerdi…

Ertesi gün caminin imamına haber verildi. Öğle saatlerine doğru sekiz mahalleli ve cami imamı birlikte metruk eve geldiler. Eve geldiklerinde gördükleri şey karşısında dehşete düştüler. Zira bir yıla yakın bir süredir kapısında kilit olmayan harabe evin kapısında dört kilit vardı. Hepsi birbirlerinin korkudan sapsarı olmuş yüzlerine bakakaldılar. Ne yaptılarsa ne ettilerse kilitleri açamadılar. Akşam oldu tekrar geldiler. Bu kez kapının üzerinde hiç kilit yoktu. Üstüne üstlük kapı da sonuna kadar açıktı. İmam önde olmak üzere, öğlen gelenler korka korka içeri girdiler. Hepsinin bacakları titriyordu. Ellerindeki lükslerle, dalları birer insan elini çağrıştıran bakımsız ağaçların bulunduğu bahçenin karşısındaki dar avludan küçük oturma odasına geçtiler. İçlerinden bildikleri bütün duaları okuyorlardı. Okuyorlardı ama korkuları da anlatılır gibi değildi. Lüksleri yere koydular. Yanlarında getirdikleri Kur’anları okumaya başladılar. Kur’an okunurken hiçbir şey olmadı. Ancak bitince kulakları sağır edecek ağlayışlar, çırpınışlar işitildi. Bu ağlayışlar aynı ağlayışlardı. Gelenler oldukları yere büzüldüler öylece kaldılar. Elleri kolları sanki kendilerinin değildiler. Zerre kadar kıpırdatamıyorlardı. Kapının hemen dibinde bir karaltı gördüler. Bütün vücutları zangır zangır sallanmaya başladı. Çoğu kadın çığlık attı. Bir tanesi bayıldı. Olduğu yere düştü. Karaltı lüks ışıkları altında onlara yaklaşıyordu. Gelen merhumeydi. Ama öldürülmeden önceki haliyle idi. Kendisini dehşet dolu bakışlarla izleyen insanların bakışları arasında ağlamaklı bir ses tonuyla konuşmaya başladı:

-O günü hatırlıyor musunuz? İhsan bıçağı karnıma saplamadan önce bir şeyler yapsaydınız, çocuklarımın yanında olacaktım. Ölmeden korkmadım hiç. Çünkü yapılmaması gereken hiçbir şey yapmadım. Tüm isteğim yavrularımla yaşamaktı..

Bu sözleri söyler söylemez kadının yüzüne tarifsiz bir karanlık çöktü. Göz bebekleri kayboldu. Oraya da karanlık yerleşti. Çığlık atmaya başladı.. Sesi inceden kalına, kalından inceye birden dönüşen bir sese dönüştü. Tekrar konuşmaya başladı:

-Ama sizler iyi günde kötü günde yanımda olmasını beklediğim sizler, bir tiyatro izler gibi olanı biteni izlediniz. Beni ölümün kucağına attınız. Ölmek değildi kederim. Yavrularıma doyamamaktı…

Sözleri bitirir bitirmez tekrar ölümden önceki haline döndü. Ve son sözlerini söyledi:

-Ama ben çocuklarınız için size zarar vermeyeceğim. Kur’an okuyarak gazabımdan kurtulmayı düşündünüz. Ölümümden hiç pişmanlık duymadınız; üstüne üstlük hiçbir şey olmamış gibi hayatınıza devam ettiniz. Çocuklarınız için, sadece o günahsızlar için size zarar vermeyeceğim…

Bu sözler merhumenin son sözleri oldu. Metruk evde merhumenin çığlıkları bir daha hiç işitilmedi…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Fehmiye Avcı 5 yıl önce

Kalemine , yüreğine sağlık.

Misafir Avatar
Melih ULUDAĞ 5 yıl önce @Fehmiye Avcı

Çok teşekkür ederim Fehmiye Hocam.

Beğenmedim! (0)