Yağmur şiddetini arttırmıştı. On beş yaşındaki, cılız çocuk, hıçkırıklar içinde ağlayan annesine sarılıyor, onu teselli etmeye çalışıyordu. Hiç şüphe yoktu ki; onun da içinde tarifsiz fırtınalar kopuyordu. Kopuyordu kopmasına lakin kavruk çocuk yaşından beklenmeyecek kadar güçlüydü. Acısını içine akıtıyordu. Çocuk mezara indi. Kahramanı olan babasının cansız bedenini mezara yerleştirdi. Son bir kez kefeni içindeki babasına baktı. İyice arsızlaşan yağmur, her yeri çamur içinde bırakıyordu. Çamur haline gelen toprak da kayganlaşıyordu. Çocuk çıkmak isterken ayağı kaydı. Mezarın içine düştü. Her yeri çamur içinde kaldı. Ustası ona elini uzattı. Onu dışarıya çıkardı. Ustasıyla göz göze geldi. Babası ustanın yakın arkadaşıydı. Çocuğu, yaz tatillerinde çalışsın, paranın ne kadar zor şartlarda kazanıldığını görsün, sorumluluk sahibi olsun diye motor ustası arkadaşının yanına veriyordu. Çocuk çok zekiydi. Hem derslerinde son derece başarılı, hem de çıraklıkta çok iyiydi. Ustasının anlattıklarını dikkatle dinliyor, öğrendiklerini başarıyla tatbik ediyordu. Amacı uçak mühendisi olmaktı. Çıraklıkta öğrendiği motorun, ileride mühendis olduğunda işine yarayacağını biliyordu. Bu yüzden de kendini büyük bir şevkle işine veriyordu. Babası İlhami Bey de kaporta ustasıydı. Lakin uzun zamandır dermansız bir hastalıkla mücadele ediyordu. Ve ne yazık ki; üç yıllık bir mücadele sonrasında, zavallı adam, bu amansız hastalığa yenik düşmüştü. İlhami Usta öldüğünde kırk beş yaşındaydı. Emekliliğini henüz doldurmamıştı. On beş yaşındaki oğlu Murat’tan başka, on üç yaşında bir de kızı vardı. O da, tıpkı ağabeyi gibi sorumluluk sahibi bir çocuktu. Hayat arkadaşı Kevser Hanım da hanımefendi bir kadındı. Kocasının işleri her zaman iyi olmuyordu. İşler kesat olduğunda, akşam o eve geldiğinde, bunu kocasının yüzüne bakar bakmaz anlardı. Anlardı anlamasına ama anladığını ona hiç belli etmez; kocasının sabah işe giderken, öteberi alsın diye verdiği paradan biriktirir ve zaman zaman bu paradan kullanarak evini çekip çevirirdi. İlhami Usta, Kevser Hanım, Murat ve Betül; İlhami Usta zor bir hastalığa yakalanıncaya kadar çok mutluydular. Neşeleriyle, mutluluklarıyla mahallede gıpta edilen insanlardı. Ancak, o beter hastalık ailenin yakasına yapışınca, mutlulukları da yavaş yavaş kaybolmuştu. Her şeye rağmen aile, ayakta durmaya çalışıyordu. Son dönemde İlhami usta çalışamaz olmuştu. Bu zor günlerde, Murat’ın Ustası Samet, ve ailesi, çocukluk arkadaşı İlhami’den ve ailesinden maddi, manevi yardımlarını esirgemiyorlardı. Samet Usta’nın, İlhami Usta’ya gençlik yıllarından kalan bir can borcu vardı. Günün birinde serseriler, Samet Usta’yı akşam karanlığı mahalleye çökerken, fırının az ilerisindeki dar sokakta sıkıştırmışlardı. Üç kişiydiler. Usta’yı dövüyorlardı. Hem de ölesiye dövüyorlardı. Bu gençler, Usta’nın sevdiği kızın abileriydi. Samet’i ve kızı birlikte görmüşlerdi. Samet, kızı evine yakın bir yerde bıraktıktan sonra, evine dönerken onu takip etmişler ve bu tenha sokakta kıstırmışlardı. Kötü vuruyorlardı. Delikanlının burnundan kan gelmeye başlamıştı. O esnada oradan geçmekte olan İlhami, onları görür görmez, kızın abilerinin üzerine atılmıştı. İlhami, gençken, güçlü, kuvvetli bir delikanlıydı. Üçünü de dövdü. Kızın abileri, Samet’e ve İlhami’ye tehditler savurarak oradan uzaklaşmışlardı. İlhami, arkadaşını, kendi evine götürmüştü. Annesinin, oğlunun beter durumunu görmesini ve kahrolmasını istememişti…

Çok sayıda kişi merhumun başında dua ettiler. Yavaşça oradan uzaklaştılar. Kalanlar, merhumun ailesi, birkaç yakın akrabası, Samet Usta ve ailesiydi. Samet Usta’nın karısı Neriman Hanım, hiç durmadan ağlayan Kevser Hanım’a sarıldı. Ustası da önce Murat’a, sonra da Betül’e sarıldı. Neriman Hanım, son derece içten bir şekilde Kevser Hanım’ a: “Kardeşim, İlhami Usta’yı çok severdik. Çok temiz kalpli bir insandı. Ama yapacak bir şey yok. Artık onun için yapabileceğimiz tek şey dua etmek. Biz seninle kardeş sayılırız. Samet’te senin ağabeyin sayılır. Bir zaman maddi zorluk çekeceksiniz. Canım kardeşim, bir ihtiyacınız olduğunda bize haber vermezseniz, ahirette iki ekim yakanda olsun. Bizim başımıza aynı şey gelseydi, İlhami Usta ve sen de bizim için elinizden geleni yapardınız..” dedi. İnce yüzlü kadın, hafifçe başını sallayarak arkadaşına teşekkür etti…

O günden sonra, Samet Usta, can borcu olduğu arkadaşının ailesine elinden geldiğince yardım etti. Okulların açılmasına bir hafta kalmıştı. Murat’a haftalığını verdi. Bunun yanında, evi için bir şeyler alsın, kardeşinin ve kendinin okul ihtiyaçlarını karşılasın diye, çocuğa haftalığından çok daha fazla miktarda para verdi. Çocuk hak ettiğinden fazlasını almak istemedi. Ustası, sırf alsın diye bu parayı ona borç olarak verdiğini söyledi. Çocuk, ustasının bu sözü üzerine istemeye istemeye parayı aldı. Samet Usta ve ailesi, merhumun ailesine, onların akrabalarından çok daha fazla yardım ediyorlardı. Hayat devam ediyordu…

Ekim sonunda kış, iyiden iyiye kendini hissettirmeye başlamıştı. Sobalar yavaş yavaş kuruluyordu. İlhami Usta’dan karısına maaş bağlanmıştı. Bağlanmıştı bağlanmasına ama bu maaş yeterli olmuyordu. Samet Usta ve ailesi bu durumu bildikleri için yardımlarına devam ediyorlardı. Kevser Hanım’da, neredeyse sabahlara kadar el işi yapıyor, onları satıyor ve geçimlerine katkıda bulunuyordu. En azından aile ayakta kalmayı başarıyordu…

Kara kış olanca kuvvetiyle kapıya dayanmıştı. O sabah, Samet Usta ve karısı sözleştiler. Karısı öğlene doğru, Kevser Hanım’a oturmaya gidecek, Usta’da akşam dükkanı kapattıktan sonra gelecek, getirdiği öteberiyi arkadaşının karısına verecek, biraz oturacaklar ve karısıyla birlikte evlerine döneceklerdi. Neriman Hanım, Kevser Hanım’ a giderken başlayan kar, bir süre sonra tipiye çevirdi. Hızla yağan kar, çok geçmeden yerleri beyaza boyadı. O günlerde işler kesattı. Samet Usta, dükkanı biraz erken kapattı. Bakkaldan öteberi, manavdan da biraz meyve aldı. Et de almak istiyordu ancak onu alamadı. Arkadaşının evine yaklaştığında hava iyice kararmıştı. Sokak lambasının ölü gözü gibi yanan lambasının ışığı önünde birbiri ardına, hızla yere inen kar taneleri, vefalı adamın yürümesini zorlaştırıyorlardı. Usta, arkadaşının evine ulaştı. Zile bastı. O esnada, uzun boylu, seyrek sakallı bir adam yanında bitiverdi. Bu adam, İlhami Usta’nın iki ev üstteki komşusuydu. Serserinin tekiydi. İşi gücü olmayan, işi gücü kötülük yapmak olan biriydi. Samet Usta’yı tanıyordu. Onun İlhami Usta’nın yakın arkadaşı olduğunu da biliyordu. Adam pis pis sırıtarak Usta’ya: “Oo, beyim, maşallah bu ne arkadaş sevgisi. Gözlerim yaşardı. İyi yere dükkân açmışsın. Hadi bakalım hayırlı işler. Gözümüz yok..” dedi. Ahlaksız adamın iğrenç sözlerini işiten Samet Usta’nın kan beynine sıçradı. Adamın yakasına yapıştı. Korkudan olduğu yere sinen adam, dayağı yiyeceğini anlayınca yalvarmaya başladı. Bunun üzerine usta, belasını başkasından bulsun diye adamı bıraktı. Bıraktı bırakmasına lakin adam, koşarcasına oradan uzaklaşırken söyleyeceğini de söyledi: “Hayırlı işler bey abi..” Usta derinden bir ya sabır çekti. O arada Allahtan kapı açılmamıştı da, eşi ve Kevser Hanım, yaşanan bu rezaleti görmemişlerdi. Zil çalmamış olmalıydı. Usta bu kez kapıya yavaşça vurdu. Bir süre sonra kapı açıldı. Usta, elinden geldiğince sinirini kontrol etmeye çalışarak içeri girdi. Kevser Hanım, Usta’nın getirdiği öteberiyi almak istemedi. Utandı. Neriman Hanım’ın zoruyla almak zorunda kaldı. Samet Usta, bir bardak çay içtikten sonra karısına; o gün işte yorulduğunu söyleyerek gidelim dedi. Evlerine geldiklerinde; kocasının canının sıkıldığını anlayan Neriman Hanım, kocası önceleri söylemek istemese de, ondan ne olduğunu öğrendi. Sinirinden ne söyleyeceğini bilemedi…

O akşam, karaktersiz adam, yememiş, içmemiş soluğu mahalle kahvesinde almıştı. Samet Usta ve Kevser Hanım hakkında dakikalarca ileri geri konuşmuştu. Kahvedekilerin çoğu, merhumun tanıdıklarıydı. İlhami Usta’nın ve karısının ne kadar sağlam insanlar olduklarını çok iyi biliyorlardı. Bunlardan biri olan Cemil, hışımla sandalyesinden fırlayarak onursuz adamı boğazından yakaladı. Yukarı kaldırdı. Tam alnının ortasına kafayı çakacakken, aynı masada oturan Salih, iğrenç bir şeye bakar gibi ona bakarak adam kılıklıya: “Sen ne ahlaksız, utanmaz arlanmaz bir adamsın. Utanmıyor musun, İlhami Usta’nın namuslu karısına kara çalmaya..” diye bağırdı. Lakin ne yazık ki; ustayı tanımayan bazı yenilerin de içlerine kurt düşmüştü. Kahveden eve döner dönmez, herkes ailesine bu durumu anlattı. Cibilliyetsizin sözüne inanmayanlar çoğunluktaydı. Lakin bazıları da tereddüt içerisindeydiler. Ertesi gün, mahalleden bazı komşular, Kevser Hanım’a gidip gelmeyi kestiler. Kadıncağıza destek verenler, ona gidip gelmeyi sürdüren komşuları da çoktu. Bu kadınlar, zaten zor günler yaşayan kadına, bir de atılan bu iftira karşısında çok üzülüyorlardı. Çamur at izi kalsın sözü ne acıdır ki doğru bir sözdü. Aslında hiç şüphe yoktu ki; zavallı kadına iftira atan soysuzun gözü, yalnız kalmış kadındaydı. Bir de bu iftiradan sonra, mahallenin serserileri de kadına kötü gözle bakmaya başlamışlardı. Lakin, Kevser Hanım sahipsiz değildi. Zira merhum İlhami Usta’nın arkadaşları, bir gün mahallenin ortasında onları kıstırmışlar, hastanelik edinceye kadar dövmüşlerdi. Herkes sokaktaydı. Serserileri haşat edenlerden biri olan İlyas, evinde hiç durmayan ağlayan Kevser Hanım’ın kapısını çekine çekine çaldı. Neriman Hanım’da oradaydı. Kevser Hanım, kendinde kapıyı açacak gücü göremedi. Zaten kaç gündür ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüştü. Dönmüştü. Lakin tüm gücünü toplayarak kapıyı açtı. İlyas, kardeşi kadar sevdiği kadına biraz dışarıya gelmesini söyledi. Kadın neredeyse düşecek gibiydi. Yalpalaya yalpalaya dışarıya çıktı. Neriman Hanım da arkasından çıktı. Kadınıyla, erkeğiyle, genciyle, yaşlısıyla bütün mahallelinin orada olduğunu gördüler. Yerde; başta kendisine iftira eden karaktersiz ve ondan hiç de farkı olmayan üç kişi vardı. Ağızları, burunları yer değiştirmişti. Onları bu hale getiren komşulardan biri, önündekine sağlam bir tekme savurdu. Aldığı tekmenin acısı ciğerine işledi. Adam, tekme attığına: “Haydi, yengemizden özür dileyin cibilliyetsiz herifler..” diye bağırdı. Bu bağırtı, iki sokak öteden bile duyulmuş olmalıydı. Hepsi özür diledi. O esnada, Neriman Hanım, kalabalığın önüne atılarak kızgın bir tavırla: “O akşam, ben Kevser ile evdeydim. Kocam iş çıkışı beni almaya gelmişti. Kevser’e iftira atan bu şahsiyetsiz, kalbi kötü olduğu için, bunu anlamak istediği gibi anladı. Ve ne acıdır ki; bazılarınız da acaba diye düşündünüz..” diye bağırdı. Neriman Hanım’ın sözleri üzerine, mahallelinin çoğunun güvendiği bu onurlu kadından şüphe duyanlar, kadının evine gitmeyi kesen komşu kadınlar da kendilerinden utandılar…

Kevser Hanım da her kadın gibi bir yıldıza dönüştü…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.