1942, Ankara,

İsmet Paşa, ezici bakışlarıyla; masasının karşısında süklüm püklüm oturmakta olan Winston Churchill’in gözlerinin içine bakıyordu. Ciğerini bildiği bu adamın, Türkiye’yi 2. Dünya Savaşına kendi saflarında katılmaya ikna etmek için süt dökmüş kedi gibi durmasına gülesi geliyordu. Dudakları belli belirsiz yukarıya doğru kıvrıldı. Gözlerine alaylı bir ifade yerleşti. Kısa bir süre sonra kapı açıldı. Görevli çay sevisi yapmaya başladı. Görevli de, kendini dünyanın en güçlü ülkesi sanan İngiltere’nin liderinin koltuğunda eğreti oturduğunu fark etti. Uzun boylu adam, İsmet Paşa’ya baktı. İkisinin gözlerinde de aynı alaylı ifade vardı. Churchill bunu fark etti fark etmesine lakin istifini bozmadı. Görevli, çıkmadan önce aynı alaylı bakışlarla bu kez İngiliz’e baktı. Churchill renk vermedi lakin gözlerini kaçırdı. Görevli dışarı çıktıktan sonra İsmet Paşa, kendine o çok yakışan tavrıyla söze başladı:

-Evet Bay Churchill, sizi dinliyorum…

Türkiye’nin Almanya’nın yanında savaşa girebilecek olmasından çok korkan ve bu korkusu yüzüne ayna gibi yansıyan adam, İsmet Paşanın tam tersine hızlı hızlı konuşmaya başladı:

-İsmet Paşa, biz Müttefik Kuvvetler, sizin yanımızda savaşa girmenizi istiyoruz. Zaten yapmanız gereken de bundan başka bir şey olmayacaktır. Birinci Dünya Savaşında yanlış tarafta yer aldınız ve bunun bedelini ağır bir şekilde ödediniz. Bu sefer doğru yerde olun. Bizler de size her türlü maddi desteği vereceğiz. Demiryollarınızı onaracağız. 150 tank ve uçaksavar vereceğiz. Sizden havaalanlarınızı kullanmamıza izin vermenizi istiyoruz…

Az önce karşısında eğreti oturan Churchill’in söze başladığı andan itibaren direktif verir gibi konuşması üzerine, İsmet Paşa’nın yüzündeki alaycı ifade yerini kızgın bir ifadeye bıraktı. Churchill, İsmet Paşa’nın çok kurnaz bir adam olduğunu çok iyi biliyordu. O yüzden Ondan gelecek cevabı temkinli bir şekilde dinlemeye başladı. Dünyanın en büyük komutanlarından biri olan; kısa boylu lakin çelikten daha çelik bir yüreği olan Paşa, birinci sınıf işlemeli fincanından bir yudum çay aldıktan sonra ağır ağır söze başladı:

-Bakın Bay Churchill, siz şu an Türk Milletinin misafirisiniz. Bütün dünyanın çok iyi bildiği gibi, biz Türkler misafirlerimize çok değer veririz. Lakin hiçbir zaman misafirlerimizin bize ne yapacağımızı söylemesine de izin vermeyiz. Neyi yanlış, neyi doğru yaptığımızı biz kendimizi değerlendiririz. Bunu sizin söylemenize bir anlam veremedim. Bir teklifiniz varsa, dinleriz, değerlendiririz, müspet ya da menfi bir cevap veririz. Hepsi bu. Sizden rica ediyorum, şu an misafiri olduğunuz Türk Milletine bir daha ne yapacağını söylemeyiniz…

İsmet Paşa’dan gelen bu etkili cevap karşısında kafasında her zaman tilkiler dolaşan Churchill’in yüzü bir anda asıldı. Ne söyleyeceğini bilemedi. İsmet Paşa’nın müspet bir cevap vermesini sağlamak adına tekrar söz aldı:

-Sayın İnönü, son teklif olarak 650 tank ve 850 uçaksavar vereceğiz. Ümit ediyorum ki cevabınız müspet olur.

İsmet Paşa’nın az önceki sert cevabı üzerine Churchill bu kez teklifini yumuşak bir şekilde yapmıştı. Öyle de yapmak zorundaydı. Zira karşısında, Kurtuluş Savaşında yedi düvele pabucunu ters giydiren ; onların kuyruklarını birbirine bağlayan Atatürk’ün silah arkadaşı ve dostu İsmet İnönü vardı. Cevabı elbette hayır olacaktı. Bakışları bunu açıkça göstermekteydi. Lakin misafirine saygı adına değerlendireceklerini söylemişti. Paşa’nın cevabı gecikmedi:

-Değerlendireceğiz, kararımızı size söyleyeceğiz…

Paşa’nın çeliği eriten bakışları ve vücut dili; “boş yere hayaller kurmayan, Türkiye’yi bu kanlı savaşa sokmaya muvaffak olamayacaksınız” diyordu; demekle de kalmıyor adeta bağırıyordu. Churchill de o an, beyhude bir ümide kapıldığını fark etti. Yüzü düştü. Dudakları bir çocuk dudağı gibi aşağı sarktı. O esnada kapı çalındı. Gelen emir subayıydı. Uzun boylu geniş omuzlu asker; Paşa’nın izni üzerine, her Türk gibi güçlü sesiyle söze başladı:

-Efendim, bekleme odasında on yaşında bir çocuk var. Sizi görmeye gelmiş. Sizinle konuşacakmış…

Paşa’nın yüzüne meraklı bir ifade yerleşti. Sık sık halk kendisini ziyarete gelirdi. O da misafirlerini candan bir şekilde karşılar, onları ağırlardı. Lakin hiç bu kadar küçük bir misafiri gelmemişti. Şaşkınlığı yavaş yavaş mutluluğa dönüştü. Türkiye’nin en kuvvetli ikinci adamı; misafirinin çocuk olması nedeniyle onu bekletmek istemedi. Durumu misafiri Churchill’e anlattı. Onun izniyle emir subayına şöyle dedi:

-Al içeri…

Kısa bir süre sonra, Mustafa Kemal’in Selanik’teki çocukluk halinin tıpa tıp aynısı olan gök gözlü, buğday başakları kadar güzel saçlı bir çocuk geldi. Anneciği Onu pek de güzel giydirmişti. Sırtında kaşe bir palto, başında da sözcüklerle ifade edilemeyecek kadar güzel bir kasket vardı. Çocuğun duruşu; onun çok yüksek bir özgüvene sahip olduğunu gözler önüne seriyordu. Bakışları da Mustafa Kemal Atatürk’ü çağrıştırıyordu. Çocuk, hayranlıkla kendisini izleyen İsmet Paşa’ya yaklaştı. İsmet Paşa ayağa kalktı. Tokalaşmak için elini Ona doğru uzattı. Peşi sıra Paşanın dostane sesi işitildi:

-Hoş geldin küçük arkadaşım…

Çocuk sevgi dolu bakışları eşliğinde Paşa’nın elini sıktı; “hoş bulduk efendim” dedi. Sonra Churchill’e döndü. Ona da başıyla selam verdi. Az önce Paşa’dan aldığı darbenin etkisiyle henüz kendisine gelemeyen Churchill, çocuğa belli belirsiz bir selam verdi. İsmet Paşa, zarif bir şekilde eliyle, küçük çocuğa; kendi masasının hemen karşısında bulunan yeşil koltuğa oturmasını işaret etti. Büyük insanlara özgü bir vakarla çocuk koltuğa oturdu. Paşa bir süre çocuğu süzdükten sonra Ona şöyle dedi:

-Bugüne kadar senin kadar küçük bir misafirim olmamıştı. Lakin bundan hiç şikayetçi değilim. Buyur bakalım, ziyaretinizi neye borçluyuz?

Çocuk, söze başlamadan Churchill’e baktı. Churchill’in bakışları hiç de dostane değildi. Çocuk da ona dostane bakmadı. Ardından İsmet Paşa’ya dönerek ve adeta onu yıllardır tanıyormuşçasına söze başladı:

-Efendim, öncelikle beni kabul ettiğiniz için size çok teşekkür ederim. Bizim evde herkes, komşular sizin Türkiye’yi asla savaşa sokmayacağınızı, çocukları babasız bırakmayacağınızı söylüyor. Efendim hepimiz size çok güveniyor ve sizi çok seviyoruz. Lütfen efendim, hiçbir zaman bizi savaşa sokmayın…

Yürekli Türk çocuğunun bu duygu dolu sözleri karşısında dünyayı dize getiren İsmet İnönü öylesine duygulanmıştı ki, göz pınarlarından birbiri ardına inmeye başlayan gözyaşlarına engel olamadı. Belki de engel olmak istemiyordu. Çocuğun sözlerini Churchill’in tercümanı İngilizceye çevirmişti. Churchill duydukları karşısında şaşkına döndü. İçinden çocuğa karşı bir hayranlık duydu. Duydu duymasına ancak, bu durum İngilizler ve müttefik kuvvetler için hoşa giden bir durum değildi. Meraklı bakışlarla Paşa’nın cevabını bekledi. Paşa koltuğundan kalktı. Masasının etrafından geçerek küçük çocuğun yanına geldi. Çocuk da bunun üzerine ayağa kalktı. Heyecanla Paşa’ya baktı. Paşa, önce hiçbir şey söylemedi. Gök gözlü, cesur yürek Türk Çocuğuna kendi çocuğuna sarılır gibi sarıldı. Çocuk da Paşa’ya babasına sarılır gibi… Aynı anda Churchill de; gözleri yuvalarından fırlayacak gibi olan biteni izliyordu. Paşa’nın sesi yeniden işitildi:

-Seni yetiştiren ana-babaya ne mutlu. Senin gibi bir evlatları oldukları için ne kadar gururlansalar azdır. Yavrum diğer konuya gelince; hiç merak etme. Dünyada hiçbir güç Türk Çocuklarını babasız bırakmaya muvaffak olamayacaktır…

Paşa bu sözleri söylerken Churchill’e bakmıştı. Ve söylerken de Onu eziyordu. Kısa bir süre sonra da son darbeyi vurdu:

-Bay Churchill, şahit olduğunuz bu ışıltılı anlar açıkça gösteriyor ki; binlerce, on binlerce tank da verseniz Türk Milleti bu kahredici savaşa asla katılmayacaktır…

Torpil yemiş bir savaş gemisini andıran yüzüyle Churchill ve tercümanı apar topar ayağa kalktılar. İsmet Paşa, küçük arkadaşından izin istedi. Misafirlerini uğurladı. Uğurlarken, İsmet Paşa’nın bakışlarına yeniden o yok edici alaylı ifadeler yerleşti. Paşa, aciz bir şekilde bakışlarını kendisinden kaçıran Churchill’i uğurladı…

İsmet Paşa, küçük arkadaşına pastayla limonata ikram etti. Bir saate yakın sohbet ettiler. O günden sonra çocuk, Paşa müsait olduğunda Onu ziyarete geldi. Paşa da, çocuğun ailesini ziyaret etti. Sofralarına oturdu. Birlikte tarhana çorbası içtiler. Soğanı yumruklarıyla kırarak yediler…

Çocuk büyüdü. Yüksek makine mühendisi oldu. Mezuniyet töreninde diplomasını arkadaşı İSMET İNÖNÜ’den aldı...

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.