İman, inancın kemâle ermiş halidir.
İnanç, inandığımıza ulaşmadıkça iman henüz oluşamaz.
 
Bizler, içinde doğduğumuz aile ve ailemizin tâbî olduğu toplum, toplumun kültürü, anlayışı, öğretileri, kurallarıyla şekillenen bireylerizdir. Hangi ailede hangi doğrular üzerine yetiştirildiysek o bilince sahip benliği benimseyip, kendiliğimizi yaşayarak geliştiririz. Bu bir sistem olup sistemin içinde dini inanış da mevcut olduğundan ailemizin ve toplumun inancı hangi yönde ise bizim inancımız da o olur. Müslüman bir aile ve toplumda büyüyen için inancın Müslümanlık, Hristiyan için Hristiyanlık olması bu sebeptendir. Aynı bizim gibi! Oysa inanç, kendimizin araştırıp doğruluğuna kanaat getirdikten sonra kabul edilecek ilahî sistemdir.
 
İşte, zıtlık birlikteliği temeline inşa edilen, bizlerin doğrusu ve yanlışı, içinde bulunduğumuz toplumun doğru ve yanlışıdır. Doğrularımızı kabul edip yanlışlarımızı reddederek yaşamımızı devam ettirirken de sorgulama yapmadığımız için bize doğru diye söylenenleri benimsemiş halde bireyliğimizi ispat ederiz.
 
İçinde bulunduğumuz mevcut durum gerçekten doğru mu ?
 
İçinde bulunduğumuz mevcut durumun karşısına doğru olarak çıkanları kendi doğrularımızla kıyaslayarak hüküm veririz. Bize göre doğruysa kabul ederken bize göre doğru değilse reddederiz. Akıl, bir şeyi başka bir şeyle kıyaslayarak hüküm verdiğinden dolayı kıyaslamak için kullandığımız kadarızdır. Kıyaslamak için kullandığımız aslında yanlışsa ona göre doğru dediklerimizin tamamı yanlış haline dönüşür. Kıyasladığımız doğrularımız toplumun bize doğru olarak sunduğu öğretilerdir.  Cenab-ı Allah bu gerçeklik için Bakara suresi 170 ayeti kerimede,
 
Ve onlara, “Allah’ın indirdiği şeye tâbî olun!” denildiğinde; “Hayır! Biz atalarımızın üzerinde bulunduğu şeye tâbî oluruz.” dediler. Ve eğer, onların ataları hiçbir şeyi akıl etmiyor ve hidayete ermemiş olsalar bile mi?
 
demektedir. Bizlerin bu ayetin ışığında Allah’a göre doğrunun ne olduğunu sorgulamamız kendi inancımızı Allah’a göre doğru inançlardan yapmamız için ve Allah’ın bizi sorgulayan, araştıran, öğrenen özelliklerde yaratmış olmasından dolayı farzdır. İşte burada devreye idrakimize sunulanın doğru olduğunu kabulleniş girmektedir. Öncelikle sunulan öğretinin doğruluğunu kabul etmeliyiz ki sunulan öğreti üzerine tüm yaşantımızı yeniden düzenleyelim. Buna inanç denir yani sunulanın doğruluğunu kabulleniş. Cenab-ı Resulullah Efendimiz, Tevhit olan İslam’ı tebliğ etmeye başladığında, tebliğ edilenlerin, içinde bulundukları topluma göre inançları, doğruları, yanlışları ve bunlar üzerine kurulu yaşamları vardı. Aynı bizim gibi! İçlerinden, Peygamber Efendimizin öğretisinin doğruluğunu kabul edip, O’na ve bildirdiği tevhide inanarak eskiyi terk edenler inanç sahibi olanlardır. Buna işittiğine tâbilik denir. Ali İmran suresi 193 ayeti kerimde,
 
Rabbimiz! Biz, ‘Rabbinize iman edin’ diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle beraber al
 
denilerek bu gerçek beyan edilir. Şimdi devreye işittiğini görme girmelidir ki işittiğimizi gördüğümüzde imana ulaşmış olalım.
 
Neyi işitip doğruluğuna kanaat getirince inançlı olmuştuk?
 
“Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resulüyani “Ben şahidim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve yine şahidim ki Muhammed O’nun kulu ve Resulüdür” bu beyanın doğruluğunu kabul edişte yani inanç boyutunda kaldık ama doğruluğunu kabul ettiğimizi kendi gözümüzle görmediysek henüz iman ehli değilizdir. Bunun için de imanın şartları,
 
1- Allah'a inanmak
2- Meleklere inanmak
3- Kitaplara inanmak
4- Peygamberlere inanmak
5- Ahiret hayatına inanmak
6- Kaderin, hayrın ve şerrin Allah'tan geldiğine inanmak
 
olarak belirlenmiştir; çünkü tevhit öncelikle inanmak sonra inandığımıza şahit olmaktır.
İnanmadığımız doğrultuda yaşamayız.
Nisa suresi 136 ayeti kerimede,
 
Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman ediniz. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manasıyla sapıtmıştır.
 
denilmektedir. Bunu şöyle bir örnekle anlayabiliriz;
Hastalandığımızda bize tedavi olmamız için falanca bir hastanede filanca bir doktorun bizi iyileştireceği ve oraya nasıl gideceğimiz söyleniyor. Şimdi biz bu öğretiye itibar edip doğruluğunu kabul etmedikçe o hastaneye ve o doktora gitmeyiz. Doğruluğunu kabul ettiğimiz zaman işte bu inançtır. İnancımız, tarif edildiği şekilde bizim o hastaneye gidip o doktora muayene olmamızın temeli oldu. Hastaneye gidip doktora muayene olmak ise imandır. İşittiğimizi kendi gözümüzle görür hale gelmişlik. Doktor bizi muayene etti, tedavimiz için yapılması gerekenleri bildirdi, biz de artık yaşantımızı ona göre yeniden düzenleyerek yaşamaya başladık ve iyileşip yeniden hastalanmamak için tavsiyeleri devam ettiriyoruz, işte bu da iman üzerine yaşamaktır. Bildirilen öğretinin doğruluğunu kabul etmediysek, kendi mevcut bilişimiz üzerine olmaya devam ediyorsak hasta halimizle olmaya devam ediyoruz ki inanç sahibi olamamışızdır. İnandık ama doktora gitmediysek de inancı imana dönüştürmemişizdir. Doktora gittik ama dediğini yapmıyorsak iman üzerine yaşamıyoruzdur.
 
İşte bu sebeple iman,  işittiğimizi görmeyle oluşan çok hassas bir değer olup devamlılık istemektedir. Bu devamlılık nehrin devamlı olarak akmaya devam ederek denize ulaşması gibi olmalıdır. Denize ulaşmayan nehrin devamlılığı yoktur. Oysa nehir devamlı olarak denize doğru ilerleyip denize dâhil olduğunda nehirdir. Bizler de iman sahibi olup iman üzerine yaşayarak iman ettiğimize dâhil olmadıkça iman ettiğimizin kulu olamayız. Nisa suresi 136 ayeti kerimde, “Ey iman edenler” diyerek başlayıp sonra yine “İman ediniz” denilmesi de bu gerçeklik içindir. Yani ulaştığınız iman üzerine olmaya devam ediniz. İşte bu, inandığımız Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberine, ahirete ve her şeyin Allah’tan olduğuna ulaşıp, gerçekliğini kendi gözümüzle görüp, gerçeği üzerine yaşamakla mümkündür.
 
Tüm bunlara ait bilişimiz zaten mevcut ama Allah’a göre doğru mu?
 
Cenab-ı Resulullah efendimiz, “Ölmezden evvel ölünüz” derken bizi kendi bilişlerimizden geçmeye davet etmektedir. Kendi bilişlerimizden geçip Allah’a göreye yani imanın şartlarının bize göre tanımına değil, imanın gerçekliğine ulaştığımızda yeniden doğum gerçekleşir de artık şahadet imanıyla Allah’ın kulu olarak yaşamaya başlarız. Nedir imanın şartlarının Allah’a göre doğru tanımı ?
 

ozkan.gunal@emekyayinevi.com
http://www.emekyayinevi.com

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Ayşe Aysel 6 yıl önce

Allah razı olsun.

Misafir Avatar
Özkan Günal 6 yıl önce @Ayşe Aysel

Cenab-ı Allah cümlemizden razı olsun inşAllah razılığına layık halde yaşayarak.

Beğenmedim! (0)
Avatar
Faruk 6 yıl önce

kaleminize sağlık sayın hocam.

Avatar
Mehmet Fidan 6 yıl önce

Hocam sizi ilk yazınızdan beri izliyorum. Çok faydalı bilgiler veriyorsunuz. Çevreme de tavsiye ediyorum.teşekkürler.

Avatar
İsmail Alan 6 yıl önce

Hocam imanın şartlarının 6 olduğu Kur'an da hadislerde geçiyor mu ? Nisa 136. ayette sizin saydığınızın 6'ncı bendi, yani ==hayır ve şer ile ilgili olanı== yok.. Bu noktaya da bir vesileyle değinirseniz memnun oluruz. Selam ile.

Avatar
Yusuf Soyutemiz 6 yıl önce

İşittiğimizi görmek tam olarak ne demektir? Burasını anlayamadım...

Misafir Avatar
Özkan Günal 6 yıl önce @Yusuf Soyutemiz

Bu sebeple kendi imanımızı kendimiz oluşturup kemalata erdirmeliyiz. Sorgulama özelliğimizin bizlerde mevcut olması, sorgulayıp şehadete ermek içindir.

Beğenmedim! (0)