Sömürü; geleneksel ve evrensel bir kültür gibi yerleşmiş yaşamımıza. Kendimizi, yakınlarımızı, sömürmeyi normal karşılar olmuşuz. Bunu “içsel sömürü” olarak ele alacağız. Gücünü sömürmekle elde eden ülkeler oluşmuş! Üstelik sömürülen ülkeler, bu ülkelere “hayran” olmuş! Bu olguyu da “dışsal sömürü” başlığıyla ayırıp bir sonraki makalemizde paylaşacağız.

İçsel sömürü:

Kendimize samimi olmayarak mutsuz yığınlara katılmışız. Kendimizi sömürdüğümüz müddetçe en yakınlarımız da sömürme hakkı varmış gibi davranır, sonuna kadar da sömürür. Gelin birkaç soruya samimi yanıtlar verelim:

Kendimize acıyor ve acındırıyor muyuz?

Hep şikâyet edip, değiştirmek için minik bir çaba göstermiyor muyuz?

Sevdiğimiz uğraş için bile başkasının onayını mı bekliyoruz?

İsteklerimizi hep erteliyoruz muyuz?

Kendimizi istediğimiz şeye layık görmüyor muyuz?

Öğretilmiş bir naziklik için de “çiğ tavuk” mu yiyoruz?

Yaşamımızın yüzde kaçını kendimize ayırıyoruz?

Duygusallığı yücelterek enerji mi kaybediyoruz?

Yatırım yaparken, kişisel yatırımı mı unutuyoruz?

Kararımızı bilmiyor, hep fazlasını mı istiyoruz?

Parasız, mutlu olmak imkânsız mı?

İyi ve mükemmel mi olmak istiyoruz?

Günlük düşüncemiz daha çok olumlu mu, olumsuz mu?

Hiç tatmin duygusu yaşadık mı?

Başkaları ile kıyaslanmak, hareket alanımızı daraltıyor mu?

Kendine güvenmeyene başkası güvenir mi?

Yukarıdaki soruların sonu gelmez. Yanıtlarımızla sömürüye ne kadar açık ve kapalı olduğumuzu fark edebiliriz.

Bir kaçını masaya yatıralım mı?

“Parasız, mutlu olmak imkânsız mı?” Bu soruya “evet” diyenler için minik bir yaşanmışlık sunalım. Denizde yüzmek için arkadaşla buluştuk. Ben eve yakındım, o yarım saat dolmuşla geldi. “Aç mısın” diye sorduğumda “bir tık” diye yanıt verdi. Biraz yüzüp gideriz, dedik. Dalgalı denizde oynadık, uzandıktan, sonra etrafı temizlemeye başladım. Biliyorsunuz naylon her yerde! Çamurlu açılmamış bir fıstık paketini yıkayıp arkadaşıma sununca çocuk gibi mutlu oldu. Kalkacağımız zaman iki çocuklu bir anne geldi, çocuklar kum da oynarken, biraz önce çöp yanına bıraktığım tırmık aklıma geldi. Alıp onu çocukların kum kalesine diktim, el salladım. Üç yaşındaki çocuk koşarak gelip bir sarıldı, hoş sarıldı! İkimizin mutluluğu hangi parayla alınır?

“Öğretilmiş bir naziklik için de 'çiğ tavuk' mu yiyoruz”? Öğretilmiş bir nezaket içinde ikiyüzlü davranmak kendimize saygıyı zedeler. İçsel olarak rahat hissetmediğimiz ama naziklik olsun diye yapılan davranışlar iki tarafa da fayda getirmiyor. Her birey değerlidir ama değer verecek veya alacak kişi biz değiliz. İnsanlara sürekli “not vererek” baktıkça kendi penceremizin arkasında kalırız. Bizim penceremiz, bilincimiz kadardır. Biliyorsunuz, bilinç ise sürekli genişler. Yani, hep yeniden bakma hali, “çocuk bakışı” ile yenileniriz.

“Yatırım yaparken, kişisel yatırımı mı unutuyoruz?” Kendimize ayırdığımız zaman, verdiğimiz emek herkese faydalı olur. Kendine yabancı olan, başkalarını da yabancı görür. İçsel kazı çalışmaları ile hepimize çeşitli özelliklerde verilen cevher parlar, hem biz hem çevremiz aydınlanır. İnsan gerçekte verilen hediyeleri açığa çıkarıp kullandığında geçici olmayan mutlulukla buluşur. Her birey tek ve yolculuğu kendine hastır.

“Günlük düşüncemiz daha çok olumlu mu, olumsuz mu”? Düşünceler, oluşturma gücüne sahiptir ve ana merkezde, iyi kötü ayrımı yapılmaz. Olumlu bir şey dilerken bile düşüncemizden geçen olumsuzlukla nasıl engel olduğumuzu hiç yakaladık mı? Bir seferinde, “bir evim olsun diye düşünürken, onun vergileri vardır ama” diye kafamdan geçirdiğimi fark edip kahkahayı basmıştım.

“İyi ve mükemmel mi olmak istiyorsunuz?” Evet, dananın kuyruğu bu soruyla kopar bence. İyilik ve mükemmellik kavramları bizi olmadan, olmuş gibi davranmaya ittiğinde eğreti durur. İyilik, bir elma ağacının elma vermesine benzer bence. Meyveyi, yesinler diye yapar, kimin yediğine de bakmaz! Sevdiği işle uğraşan kişiler gibi!

Sömürü, paylaşım kavramıyla arap saçına döner bazen. Paylaşım, iki taraf için de güzellik getirir. Doldukça verilir, verdikçe yenilenilir. Sömürüde ise bir taraf hep cepten yer, sonunda cep delinir, kişi delirir!

Üzülmek kadar saçma bir şey yok herhalde yaşantımızda. Enerjimize düğüm atacağımıza yapacağımız her ne ise ona odaklanmalıyız. Alışkanlıklarımız, beklentilerimiz, korkularımızla akışkanlığımızı azalttığımızı, kendimizi sömürdüğümüzü fark edelim. Dikkat içeren gözlem çok değerlidir, bizi varoluşun akışına uyumlandırır. Oluşan farkı fark etmek de ayrıca çok zevklidir. Uyum halinde olduğumuzda tüm zıtlıklar gibi “mutluluk” da önemsizleşir, doğallaşır. O zaman insan şarkı söyler, dans eder ve oyun oynar! Yoksa insanlık, yıllardır insana uymayan bir elbiseyi giymeye mi çalışıyor? Buradan toplumsal etkileşmeye doğru yol almakta olan yazımızı “dışsal sömürü” başlığıyla bir sonraki makalemizde paylaşacağız.

YEREL OLMADAN EVRENSEL, BİREYSEL OLMADAN BÜTÜNSEL OLAMAYIZ.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.