Mesele bir kimseyi överek onların yaşantılarını övgüyle anlatmak değildir.

Mesele gücü ele geçirdiğiniz zaman onu kendi lehinizde kullanmak değildir.

Mesele gücü ve kuvveti adaleti sağlayacak şekilde kullanmaktır.

Çünkü Allah’ın emri bu yöndedir. Ve adalet herkese lazımdır.

Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şâhidlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır “ buyurularak adaletin uygulanması istenilmektedir." (Nisa Suresi, 135. Ayet)

Yaradan “İman edenler” diyerek buyuruyor.

İmanı olan herkes bu hükme uyacaktır.

İmansız olanlar da bu hükme zaten biganedir.

Övmeye çalıştığınız hangi padişaha, hangi sultana bakarsanız bakın, ilk aldığı öğüt adalettir.

İlk uygulaması adaletli olma yolundadır. Hepsi adaletsiz sonuçlanan işlemlerden kaçınmıştır.

İşte Orhan Gazi;

Adaletin en kötüsü geç tecelli edenidir. Sonunda hüküm isabetli olsa da, geciken adalet zulümdür" diyor.

II. Bayezid Han;

Adaletten ayrılma, acizlere ve biçarelere karşı merhametli ol. Kimsesizlere şefkat göster, herkesin sana ram olmasını istiyorsan ulemaya çok saygı göster, zaruret olmadıkça kimseye sert davranma" buyuruyor. (Tahtı bırakırken Yavuz Sultan Selim'e söylediği söz)

Padişahların hususiyetlerini anlatmak yeterli değil. Onları anlatmak, onları anlamak değildir. Onların güzel taraflarını görmek onları görmek değildir. Onların yaşadığı gibi yaşarsanız onlardan olursunuz.

Nitekim AtatürkBeni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir" diyor.

Söyledikleri sözlerin hikmetini anlayabilmek, onlar gibi yaşayabilmektir.

Padişahların özelliklerini sayarak padişah gibi olduğunuzu ima etmeye çalışıyorsanız,

Yaşantınızda ve uygulamalarınızda da onların uydukları hukuk ve adalete de uyma mecburiyetiniz vardır.

Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış) tır. Allah'a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilmektedir” buyurulmaktadır. (Maide Suresi, 8. Ayet)

Genel olarak Osmanlı padişahları hukuka bağlıydılar. İşte dünyaya hükmeden Muhteşem Süleyman.

Kâğıthane’deki mesire yerlerine su getirmek isteyen Kanuni, bu işe Nikola isimli mimarı tayin eder ve işi sıkı tutmasını, acele etmesini ister.

Fakat bir sene kadar sonra tekrar mesire yerine gidince, hiçbir faaliyet olmadığını görüp çok kızar. Sadrazam’a döner:

“Bu ne menem iştir ki buyruğumuz yerine gelmemiştir. Tiz Nikola’yı bulup huzura getir!”

Sadrazam gayet sakin bir tavırla cevap verir: “Nikola hapishanededir Hünkârım.”

Padişah, “Bu da ne demek oluyor?” gibisinden Sadrazam’ın yüzüne baka kalınca, Sadrazam olayı açıklar: “Buralarda hükümetten izinsiz kazı yaptığını haber virduklerinden yakalatup hapse atturdum.”

Padişah’ın şaşkınlığına bu kez kızgınlık da eklenir: “Bu ne cüret! Buyruğumuz nasıl çiğnenir?”

Sadrazam ise gayet sakindir: “Hâşâ, maksat buyruk çiğnemek değildur. Hünkâr sizsiniz, velâkin Devlet-i Âliye’nin sadrazamı biziz; icra bizden sorulur. Padişahlarun bu işlere karışması töre değildur! Bunu değiştireceksenuz buyurun Mühri Humâyun’u alın!”

Ve Kanuni, muhtemelen çok kızmakla birlikte, hukuki geleneklere teslim olur, hiç sesini çıkarmaz. Ve tarihe mal olmuş şu sözü beyan eder ;

“Adalete hükmedersen her günün ibadet sayılır."

Bir başka ifadesinde de bir kul olarak ne kadar aciz olduğunu herkese göstermek istemiştir.

“ Ben ölünce bir elimi tabutumun dışına atın. İnsanlar görsünler ki padişah olan Süleyman bu dünyadan eli boş gitmiştir"

İşte İstanbul’u fetheyleyen Fatih Sultan Mehmet.

Rum mimarın yaptığı camide kendi buyruğuna uygun olmayan bir şekilde caminin estetiğini bozarak iş yaptığını düşünerek onun elini kestirdi.
Eli kesilen Rum, Sultan Fatih'den davacı olmak için kadı Hızır Çelebi'ye giderek müracaatta bulundu. Hızır Çelebi, Rum mimarı dinledikten sonra bilirkişi heyetinden bu meseleyi araştırmalarını istedi. Araştırma ve inceleme sonucunda tesbit edildi ki: Rum Mimar, caminin estetiği bozulsun da kötü gözüksün diye değil, gerçekten de mimariye uygun olsun diye öyle inşa etmiş.
Anlaşıldı ki Fatih haksız. Çağ açıp çağ kapayan Sultan Fatih, sanık sandalyesinde yargılanıyor.

Hüküm verildi. Kısas'a kısas yapılacak. Rum mimarın elini kestiren Fatih'in de eli kesilecekti.

Ben Fatih’im diyerek ne kadıyı aldırdı, ne kadıyı başka yere sürdürdü. Ne de kendine uygun hüküm verecek bir başka kadı atadı. Büyük bir teslimiyette hükme razı oldu ve "şeriatın kestiği parmak acımaz" diyerek cezaya boyun eğdi.

Onun içindir ki bu devlet cihan şümul olup dünyaya hükmetti.

Onun içindir ki her Cuma namazında imam hutbeye çıktığında dünyalık işlere koşacağımız zaman şu ayeti bizlere irad eder.
Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.."  (Nahl Suresi, 90. Ayet)

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.