Çiçeği burnunda Deniz Teğmen Ahmet, Pınarbaşı Çay Bahçesi’nde; çocukluk ve gençlik arkadaşı İsmail’le çaylarını yudumlarlarken ona şöyle dedi:

-İsmail inanamıyorum; sonunda Nermin’le evleniyorum. Güzel şeyler üst üste geliyor. Çocukluğumdan beri hayalim olan beyaz üniformayı giymek ve deliler gibi sevdiğim kızla evlenmek.. İnan bana dostum, ne kadar mutlu olduğumu sözcüklerle anlatamam…

İsmail de çok mutluydu zira iki gencin kardeşten hiçbir farkları yoktu. Arkadaşının anlatılmaz mutluluğunu keyifle izleyen İsmail, tazelenen ince bellideki tavşan kanı çaydan şımarık bir tavırla bir yudum aldı. 

-İyi güzel de, ya evlendikten sonra ya hanım köylü olursan, ayda yılda bir yüzünü görürsek. Nermin bayraklı kızdır. Böyle olacak derse.. Sende ona hayır diyecek yüreği göremiyorum pek...

Dalgalı saçlı genç, sözünü bitirir bitirmez gülmeye başladı. Bunun üzerine, uzun boyu ve yakışıklılığıyla üniforması içinde bir aktörü çağrıştıran teğmen, kızmış gibi yaparak; tahta sandalyeden fırladı. Arkadaşının omuzuna hatırı sayılır bir yumruk atıverdi. İsmail, Ahmet’e takılmaya bayılırdı. Durmaya da hiç niyeti yoktu. Omuzunu oğuştura oğuştura, biraz da arkadaşından uzağa çekilerek ona takılmaya devam etti:

-Sanki yalan söylüyorum. Nişanlınla buluşacağın zamanlar az mı ektin bizi…

Gülüştüler. Pınarbaşı Çay Bahçesinin babacan ocakçısının, az öteden kendilerini mutluluk dolu bakışlar eşliğinde izlediğini fark etmediler bile. İkisi de onun ellerinde büyümüşlerdi. Çocukluklarını bilirdi. Osmangazi Ortaokulu’nda öğrenci oldukları yıllarda , iki kafadar çoğu zaman teneffüslerde ter içinde kalıncaya kadar top oynadıktan sonra, koştura koştura onun yanına gelirler; çay bahçesinin hemen yanındaki Uludağ’dan gelen tadına doyulmaz suyu kana kana içerlerdi. Ocakçı Recep ve karısı Mahinur Hanım; komşuları olan iki çocuğun aileleriyle aile dostuydular. Belli ki saçları artık epeyce dökülmüş adam o yıllara dönmüş olmalıydı. İki de kendi evlatları gibiydiler . İngilizce Öğretmeni olan İsmail’le, Deniz Teğmen olan Ahmet’le gurur duyuyordu. Usulca gençlerin yanına yaklaştı. Oturdu. Sonra derin bir nefes çekerek söze başladı:

-Hey gidi günler, daha dün çocuktunuz. Şimdi aslan gibi iki gençsiniz. Ben ise artık iyice kelleşen bir ihtiyarım…

Sözünü bitirir bitirmez, iki can arkadaş kahkahayı patlattı. Ocakçı Recep’in de istediği de buydu. O da gençlere katıldı. İsmail söze atıldı:

-Recep Abi, sen en azından hanımın sözünden çıkmamazlık yapmıyorsun. Benim, evlendikten sonra bunun tam bir hanım köylü olacağı konusunda ciddi şüphelerim var. Belki de yüzyılın kılıbığı olacak. Recep Abi, ne dersin şimdiden Ahmet’e bir kılıbıklık diploması hazırlayalım mı? Nasıl olsa lazım olacak…

İsmail sözünü bitirir bitirmez, Ocakçı Recep öyle bir kahkaha koyuverdi ki, etrafı güzelim ağaçlarla ve bin bir renkli çiçeklerle çevrelenmiş çay bahçesinin en uzak köşesindekiler bile dönüp o tarafa baktılar. Çay bahçesine gelenler genelde o bölgede oturan insanlardı ve herkes herkesi tanırdı. İsmail’in, Ahmet’e takıldığını anladılar. Onların yüzlerinde de bir tebessüm oluştu. Ahmet, arkadaşına gene kızarmış gibi yaparak ayağa fırladı. Usta bir güreşçi edasıyla dostuna el ense çekti ve onu alaşağı ediverdi. Olacağı da buydu. İsmail kendi boyuna bosuna bakmadan hangi cesaretle dağ gibi heybetli Ahmet’ e takılıyordu ki.. Tam o esnada kendisine çok yakışan güler yüzü eşliğinde çay bahçesine gelen Nermin’in şakacı sesi işitildi:

-Aşk olsun Ahmet, güreş mi tutuyorsunuz. Çocuk gibisiniz. Ne işi var İsmail’in yerde…

Yenik güreşçi İsmail zar zor ayağa kalkarken hepsi birden kahkahayı bastılar. Ocakçı Recep, yangından mal kaçırıyormuş gibi o çabuk çabuk konuşmasıyla Nermin’e döndü ve şöyle dedi:

-Öyle deme Nermin, bu sefer hak etti. Güya; Ahmet, seninle evlendikten sonra hanım köylü olacakmış…

Bu söz üzerine muzip bakma sırası Nermin’e gelmiş olmalıydı ki uzun boylu genç kız Ocakçı Recep’e dönerek:

-Recep Abi, haksız mı İsmail? Tabii ki Ahmet sözümden çıkmayacak. Hele bir çıksın bakalım…

Bu kez İsmail kahkahayı koyuverdi. Dört güzel insan dumanı üzerindeki çaylarını keyifle yudumladılar…

Çay bahçesinden ayrılırlarken güneş hükmünü iyice kaybetti. Az sonra akşamın ilk gölgeleri Pınarbaşı’nı kucaklayacaktı. Tarihi Osmanlı surlarının önünde geçerlerken keyiflerine diyecek yoktu. Lakin kısa bir süre sonra, İsmail’in ve Nermin’in şaşkınlık dolu bakışları arasında Ahmet, birden yere yıkılıverdi. İsmail soğukkanlıydı. Hemen yere çöktü. Nermin ise öylece donup kalmıştı. Neyse ki başını taşa çarpmamıştı. Kısa bir baygınlıktan sonra genç teğmen kendine geldi. Geldi gelmesine ama bu kez de nişanlısını çaresiz bir biçimde yerde gören genç kız kolay kolay kendine gelemedi. Ahmet, nişanlısına ve kardeşi kadar yakın olduğu İsmail’e bunun ilk olmadığını; son zamanlarda böyle bayılmalar yaşadığını söyledi. Düğün hazırlıkları sebebiyle doktora gitmeyi ertelemişti. Nermin ve İsmail Ahmet’e kızdılar. Çok kızdılar. Ertesi gün Onu küçük bir çocuk gibi elinden tutarak neredeyse zorla hastaneye götürdüler…

Yapılan tahliller sonunda genç teğmenin beyninde büyük bir tümör olduğu ve ne yazık ki bu tümörün kötü huylu olduğu ortaya çıktı. Tümör hızla ilerliyordu. İnce bir dalı çağrıştıran doktor, onlara acı gerçeği söylerken; çoğu doktorun aksine çok duygusaldı. Masasının hemen yanındaki dar pencereye fersiz bakışlarını dikti. Bir süre sonra onlara şöyle söyledi:

-Teğmenim, size güzel haberler vermek için şu an neler vermezdim. Lakin…

Doktor sözünü zorlukla tamamladı.. Ahmet, güçlüydü. Sanki birkaç ay ömrü kalan kendisi değildi. Kendisini kaybeden ve hıçkırarak ağlayan zavallı nişanlısının koluna girdi. Ağlamamak için büyük bir mücadele veren İsmail de genç kızın diğer koluna girdi. Ağır adımlarla dışarıya çıktılar…

Hastalık sinsi ilerlemişti. Son bir aya kadar belirti de vermemişti. Ameliyat yapılamayacaktı. Yalnızca talihsiz gencin ömrünü olabildiğince uzatabilmek için şua tedavisi uygulanacaktı…

Geçen iki ay içinde Ahmet, zayıfladı. Bu süreçte, Nermin ve İsmail bir an olsun Onun yanından ayrılmadılar. Neyse ki ağrıları dayanılmayacak kadar çok değildi. Ya da genç teğmen sevdikleri kahır çekmesin diye canını dişine takıyordu. Ölümüne bir hafta kala, Ahmet, önce nişanlısına sonra da İsmail’e doğru başını çevirdi. Fersiz bakışları eşliğinde onlara artık zor çıkan sesiyle şöyle dedi:

-Beni Bahçe’ye götürün…  

Serin bir ilkbahar akşamıydı. Erİk çiçekleri yeni yeni meyveye durmuşlardı. Üç genç, ağır adımlarla Alacahırka’ya dönen yolun yanından devam ederek bahçeye ulaştılar. Ahmet, tüm gücünü toplamış; dünyaya gözlerini kapatmadan son bir kez Bahçe’yi görmek istemişti. Oturdular. Bir süre sonra yanlarına Ocakçı Recep geldi. Gençlere moral vermek için hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Davranıyordu davranmasına lakin oğlu kadar çok sevdiği genç teğmenin bir mum gibi eriyişini görmek, bu acıya şahit olmak Ona çok ağır gelmişti. İnce dudakları birbiri ardına defalarca seğirmeye başladı. Ardından göz pınarlarından yaşlar inmeye başladı. Zaten içinde fırtınalar kopmakta olan Nermin, bunu görünce daha fazla dayanamadı. Hıçkırıklarla ağlamaya başladı. Güçlü olmaya da çalışmıyordu. Öyle de bir amacı yoktu artık. İsmail ise tüm acısını içine akıtıyor; gene olabildiğince güçlü olmaya çalışıyordu. Hiç şüphesiz içlerinde en kuvvetli olanı Ahmet’ti. Son günlerinde O sevdiklerine güç veriyordu. İncecik kalmış olan kolunu zorlukla İsmail’in omuzuna attı ve şöyle dedi:

-İsmail, kardeşim; Nermin’i sana emanet ediyorum. Ona tüm hayatın boyunca kız kardeşin gibi kol kanat gereceksin. Şimdi söz ver bana bakalım.

Asırlardır kahrını içine akıtan İsmail, gözlerinden sicim gibi inmekte olan yaşlar eşliğinde kardeşine titreyen sesiyle: “Söz, kardeşim..” diyebildi…

Bir hafta sonra Şehadet Camisi’nde kılınan cenaze namazı sonrasında Ahmet Teğmen’i göz yaşları arasında toprağa verirlerken; nişanlısına doyamadan Onu kendi elleriyle toprağa veren Nermin ve kardeşi İsmail kendilerinde değillerdi. Pek lazımmış gibi birden yılışık bir yağmur başladı. Tükürür gibi yağıyordu…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.