14 Mayıs 1919’u, 15 Mayıs 1919’a bağlayan gece İzmir’deki mahşeri kalabalık, mitingde ikinci konuşmacı olarak kürsüye gelen Hasan Tahsin’e adeta bir kurtarıcı olarak bakmaktaydılar. Anaların, bacıların, kardeşlerin gözlerine sinmiş olan umutsuzluk, usta gazetecinin konuşmasına başladığı anda yerini kaplan gözündeki güce bırakmıştı. Hasan Tahsin, binlerce vatansever İzmirli’ye; Yunan’a karşı çelikten bir duvar olmalarını söylüyordu. Konuşmasını çok uzun tutmadı. Uzun tutmasına gerek de yoktu. Kürsüdeki yürekli duruşunu gören kahraman Türk Halkı; o an, Onun şahsında Fatih’i, Yavuz’u, Kanuni’yi görüyorlardı. 31 yaşındaki ince yüzlü gazetecinin konuşmasını bitirdiği sırada ön sıralarda bulunmakta olan 50 yaşlarındaki bir bacının şöyle söylediği işitildi:

-Oğul, iyi dersin güzel dersin de, kalleşler yarın gemileriyle, toplarıyla, tüfekleriyle girecekler güzel İzmir’ime. Biz de silah yok. Nasıl mücadele edeceğiz onlarla?

Hasan Tahsin; yıllardır süren kanlı savaşlardan bitap düşen ve oğullarını bu savaşlarda şehit vermiş bulunan dertli anaya kendi anasına bakar gibi şefkatle bakıyordu. Sonra Ona şöyle dedi:

-Anam, canım anam. Doğru dersin, silahımız yok, mermimiz de yok. Lakin Türk’üz biz. Güzel İzmir’imize göz diken ahlaksızların gözlerini oymaya muktediriz. Taşla, sopayla, damarımızda akan asil kanın verdiği güçle bunu yapacağız. Senin, buradaki anaların, bebeyken çocuklarınıza verdiğiniz süt öyle güçlüdür ki; çifte su verilmiş çelikten bile daha muazzamdır…

Hasan Tahsin, bu sözleri öyle bir inançla söylemişti ki, miting alanındaki devasa kalabalık hep bir ağızdan boğazları parçalanıncaya kadar şöyle bağırmaktaydı:

-Kahpeler, gelsinler bakalım; gelecekleri varsa görecekleri de var !…

Sıcak bir mayıs gecesiydi. Rutubet insanları öylesine bunaltıyordu ki, bunu sözcüklerle anlatmak kabil değildi. Bir de coşkuyla bağırdıkları için üzerlerindeki mintanlar, elbiseler tabir-i caiz ise sırılsıklam olmuşlardı. O an, yağmur yüklü bulutlar, sanki önceden sözleşmişler gibi gökyüzünü kaplayıverdiler. Büyük bir bulut diğerlerine: “Haydi” dedi. Bulut, bunu der demez, daha önce görülmemiş güzellikte bir yağmur İzmir sokaklarına iniverdi. Vatansever İzmir halkı bir çırpıda serinledi. Tam bu sırada 70 yaşlarında, kırmızı yanaklı Nasrettin Hoca’ya da pek benzeyen bir ihtiyar, karısına şöyle dedi:

-Hatun, neyin nesidir bu yağmur.. üç gündür yanıyorduk. Tam şimdilerde yağdı. Hayırdır inşallah..

Elmacık kemikleri çıkmış, kambur kadının yanıtı tarif edilemeyecek kadar güzel oldu:

-Bu yağmurun sıradan bir yağmur mu olduğunu düşünürsün bey? Rabbimin yardımıyla Mehmetçiklerimiz, en kısa zamanda gavurun döllerini denize dökecek. Hah işte bu yağmurla Yaradanım, bize olacakları daha şimdiden gösterdi. Var bunda bir hayır…

İhtiyar adamın yüzünde hafif bir tebessüm oluştu. Karısıyla göz göze geldi. Şimdi her ikisi de, Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanacağından adları kadar emindiler. Bu onların vücut dillerine öyle güzel yansıyordu ki…

İzmirli sabaha kadar uyumamıştı. Bütün gece boyunca Allah’a, kutsal vatan mücadelesinde kendisine yardımcı olması için dua etti. Namazlar kılındı, tilavetler okundu. Analar, kızlarını demirden kollarıyla sarıp sarmaladılar. Kızlar, anacıklarının boyunlarına dayadılar küçücük yüzlerini. Analar kuzularını kokladılar. Babalar, delikanlılar, cihana ün salmış Bursa bıçaklarını, hançerlerini özenle bileylediler, kınlarına koydular. Nineler, dedeler en kalın ağaçtan yapılmış sopalarını hazırladılar. Aslan yürekli İzmirliler, ellerinde kalan son tarhana çorbasını, yarımşar somun ekmekle bir güzel içtiler. Şafak, kahraman Mehmetçiğin düşmanı parçalayacağı gibi gökyüzünü parçaladı. Gün ışığı kendini gösterdi. Hepsinin bakışlarında yırtıcı bir kaplanın parçalayan bakışları vardı…

Sabah yedi buçuk dolaylarında, Hasan Tahsin, Kordon Boyu’na gelmişti. Üzerinde, kendisine çok yakışan koyu renkli takım elbisesi vardı. Sahile yakın demirleyen Amerikan, İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan çıkarma gemileri gökyüzünden kendilerini iğrenerek izleyen güneşin altında yüreği olmayan demir yığınları gibi duruyorlardı. Usta gazeteci, takım elbisesinin ceketinin iç cebine yerleştirdiği altı patlarını çıkarttı. Akşamdan içine yerleştirdiği; güneşin altında ışıl ışıl parlayan mermileri kontrol etti. Elini çabuk tutmalı, mermilerin hepsini kahpenin döllerinin üzerine fırtına gibi boşaltmalıydı. Saat hızla ilerliyordu. İzmirliler Kordon Boyunu doldurmaktaydılar. Hepsinin yüzlerinde, patlamaya hazır devasa bir volkanın kahreden gücü vardı…

Dokuz buçuğa doğru Yunan ordusunun en seçkin askerlerinden oluşan Efzunlar, Yunan çıkarma gemisinden aşağıya inmeye başladılar. Bu sırada, yüz yıllardır Türk kardeşleriyle barış içinde yaşayan yerli Rumlar, arsızca, soysuzca, Efzunlara yaltaklanmaya başladılar. Ellerindeki Yunan bayraklarını zerre kadar utanmadan salladılar. Türkler ise bu mide bulandıran manzara karşısında kardeşleri bildikleri, bir zamanlar yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen ve hatta kız alıp, kız verdikleri Rumlara adeta iğrenç kokan bir pisliğe bakar gibi bakmaktaydılar..Efzunlar, kendilerine önceden bildirilen görev yerlerine ilerlemeye başladılar. Bunun üzerine kahraman Türk Gazeteci Hasan Tahsin, kalabalığın arasından bir ok gibi öne fırladı ve Onun kulakları sağır eden şu bağırışı işitildi:

-Olamaz !.. Olamaz, böyle ellerini sallaya sallaya giremezler !..

Hasan Tahsin, iç cebindeki altı patlarına davrandı. Donup kalan Efzunların şaşkın bakışları arasında, tabancasındaki mermileri; ezen, delip geçen, yok eden bir deprem gibi onların üstüne boşalttı. Aldıkları ölümcül kurşunlarla bir Yunan teğmeni ve askeri, kanlar içinde yere yuvarlandılar. Efzunlar, süngü darbeleriyle KAHRAMAN HASAN TAHSİN’i ŞEHİT ETTİLER…

Bu olaya şahit olan yüzlerce, binlerce İzmirli yanlarında getirdikleri hançerlerle, bıçaklarla, sopalarla Efzunlara saldırdılar. İlk hamlelerde, onlarca Efzun’u kalplerinden, boyunlarından, bacaklarından; velhasıl nerelerine denk geldiyse oralarından bıçakladılar. Yunan askerleri patates çuvalı gibi yere düştüler. Kadınlar, ellerindeki sopalarla önüne gelen Efzun’a indiriyor, onları paçavraya çeviriyorlardı. Yıllar sonra, Yunan Askerlerinin torunlarına anlatacağı gibi, her bir Türk’ün gözünde avını paramparça eden kaplanın bıçaktan daha keskin bakışları vardı…

Şaşkınlığı atlatan Efzunlar, çok sayıda İzmirli’yi ellerindeki güçlü silahlarla şehit etmişlerdi,

Silahlarına rağmen İzmirlileri kontrol edebilmeleri çok uzun bir zaman almıştı,

Onları bir yere topladılar,

Ellerinde silah varsa erkektiler,

Yoksa, ödlek bir tavuktan zerre farkları yoktu.

Yunan’a ilk kurşun sıkılmıştı,

Yerde cennette uzanır gibi yatan Hasan Tahsin’in yüzünde öyle güzel bir tebessüm vardı ki,

Bir önceki geceki yağmurun Mehmetçiğin ileriki günlerde gerçekleştireceği muazzam zaferin göstergesi olduğunu anlayan nine, yavaşça ŞEHİT HASAN TAHSİN’e yaklaştı. Damarları çıkmış elleriyle Onun gözlerini kapattı. Eğildi alnından öptü,

Kendi oğlunu öptüğü gibi,

Kahpe bir Efzun sinirlendi, süngüledi kahraman Türk Kadınını,

Yere düştü ak saçlı nine,

Aynı tebessüm Onun yüzünde belirdi,

O esnada güneş yitip gitti,

Görkemli bulutlar gökyüzünü deler gibi geldi, İzmir’in üzerine yerleşti,

Şimşekler çaktı, daha önce hiç böylesi görülmeyen,

Bulutların arasından, çakmak çakmak bakan iki deniz mavisi göz belirdi,

Sarı saçlar sonra,

Rüzgarlar esmekten korktu,

Sarı Paşa fırtına oldu, deprem oldu, volkan oldu,

HASAN TAHSİN’İN NURLU GÖZ KAPAKLARI AÇILDI,

SARI PAŞA’YLA GÖZ GÖZE GELDİLER,

SARI PAŞA KARDEŞİNE BAKTIĞI GİBİ BAKTI ONA,

“HEPSİ YOK OLACAK YİĞİDİM, MERAK ETME SEN” DEDİ,

YENİDEN GÖZLERİ KAPANDI..

RAHMET DOLUYDU BULUTLAR, YAKLAŞTILAR,

ŞEHİTLERİN ÜZERLERİNE YAĞMUR OLUP YAĞDILAR,

CENNET YERYÜZÜNE İNMİŞTİ…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.