Bölge öyle zengin, öylesine değerli ki, gezmekle bitmiyor.

Halfeti rüya gibi bir yer. Tur teknelerine biniyorsunuz, sanki denizde dolaşıp, tarihi yerleri görerek, batık şehre ulaşıyorsunuz. Fırat’ın suyuyla oluşan baraj gölü ama boğazıyla filan koca bir denizi andırıyor. Bindiğimiz tekne Manavgat’tan alınmış. Modern sürat tekneleri de var. Kaptanları turizm rehberleri kadar donanımlı. Doyurucu bilgiler veriyorlar.

Yerel turizm güzel oluşmuş. Çakma malların yerine, bölgenin el sanatlarıyla dolu dükkân ve tezgâhlar… Halfeti’nin siyah gülü çok meşhur. Başka bir yere ekerseniz, hemen renk değiştiriyor ve genelde pembe oluyor. Balık lokantaları çok iyi, temiz ve ucuz. Etrafta yüzenler ve güneşlenenler var. Olmayan bu tabloyu güçlendirecek olan turistler… Urfa’da bunları bulmanın ve görmenin şaşkınlığı içinde, turistin neden gelmediğini soruyorum. Cevap hep aynı;

“Burada terör var zannediyorlar. Oysa bölgemiz çok güvenli. İnsanlarımız çok konuksever ve saygılı. Ne olur gelsinler, buraları ziyaret etsinler. Onlara çok ihtiyacımız var…”

Abdullah Öcalan oralı ya, herkes bölgede güvenlik sorunu var zannediyor. Gittik, gördük işte. Elimizi, kolumuzu sallayarak, rahatça ve huzur içinde dolaştık her yeri. Askerimiz, polisimiz çok güzel çalışmış. O bölgenin güvenliği, bizim batıdaki çok şehrimizden çok daha iyi, çok daha mükemmel. Sağ olsunlar, ülkenin iyiliği, rahatı ve huzuru için ne mümkünse fedakârca yapıyorlar. Bir de dikkatimi çeken bir başka nokta, belediye zabıta teşkilatlarının gücü ve organizasyonu. Urfa’da ve ilçelerinde rastladığım zabıtanın araçları, kıyafetleri, elektronik donanımları, büyük şehirlerimize taş çıkartır. Turizm zabıtasına ilk orada rastladım. Çok hoşuma gitti. Bir de gelirleri iyi. Zabıtalar 3 bin lira civarında maaş alıyorlar. Çoğu sözleşmeli ve sendikalı. Batıdaki zabıtalarda henüz böyle bir rakam yok. Bu da ilgimi çekti doğrusu…

Şimdi geliyorum Kelaynak kuşlarıyla meşhur Birecik’e. Enteresan bir kuş bu kelaynak. Tarıma zararlı böcekleri yediği için çok faydalı. Yani elimizde yüzbinlerce kelaynak kuşu olsa, tarım ilaçlarına gerek kalmaz, toprak da zehirlenmez. Ama çiftçi DDT kullanmaya başlayınca, kelaynakların da kökü kurumuş. Sayıları 12’ye kadar düşünce, 1990 yılında DDT’yi yasaklamışlar ve kuşları korumaya almışlar. Orman Bakanlığı ciddi bir bina yapmış, 1977’de kelaynak üretme istasyonu kurmuş, içine de memurları doldurmuş. Ama dikkatle incelediğinizde, mevcut doğa derneğinin çok büyük desteği de açıkça görülüyor.

Derneğin Doğa sevdalısı ve kuş gönüllüsü bir neferi var. Gelenleri gezdiriyor, kuşlar hakkında bilgi veriyor, kelaynak desenli tişört, şapka, kahve kupası ve anahtarlık gibi hatıra eşyalarını turistlere sergiliyor. Geliri derneğe ait tabii… Bu gönüllü Mustafa Çulcuoğlu, yıllar evvel Bodrum’dan gelmiş buralara. Yat kaptanıymış, şimdi kuş sevdalısı olmuş. Ne enteresan değil mi, nerden nereye…?

Kelaynak sayısı 245’e ulaşmış. Bu yıl da 47 yavru olmuş. Kuşlar şimdi büyük bir kafeste. 8 ay kafeste, 4 ay serbest uçarak yaşıyorlar. Mezopotamya’da 14 Şubat sevgililer günü diye uçuruyorlar kuşları, 16 Haziran’da yemle kandırarak tekrar alıyorlar kafese. Kafeste bakım ve beslenme mükemmel. Yem, yumurta, yağsız kıyma, meyve, tuzsuz beyaz peynir, rendelenmiş havuç ve ekstra toz tavuk yemi filan veriyorlarmış. Çok insanın kelaynak olası gelir. Bundan iyisi can sağlığı çünkü… Kelaynak beş yaşında kel oluyormuş. Ondan sonra dişisiyle çiftleşiyormuş. Bir de müthiş aşık ve bağlıymış eşine. Ölünce yemeden içmeden kesilir, intihar edermiş. Ortalama 25 yıllık bir ömrü varmış Kelaynağın.

Urfa yazılarımı bitirmeden iki önemli nokta üzerinde durmak istiyorum. Urfa’nın ve Harran’ın köylerinde çocuklar okula gidiyorlar ama beşinci sınıf talebelerini hepsi toplama çıkarmayı doğru dürüst bilmiyorlar. 12 yaşındaki okullu çocuklar (3 kere 4 kaç eder) sorusuna acayip cevaplar veriyorlar. 50 diyen var, 70 diyen var, üzerini söyleyenler var. Niye bilmiyorsunuz, bunları size öğretmiyorlar mı diye sorduğunuzda, (Biz pamuk topluyoruz, tarlada çapada çalışıyoruz. Hayvan güdüyoruz) diyorlar. Devamsızlıktan da kalmıyorlar, çünkü bir-iki ay sonra okula döndüklerinde öğretmenleri onlara anlayış gösteriyor, kısa sürede öğretebileceği ne varsa öğretiyor. Aksi halde okumuyorlar. Bu yüzden çocukların çoğu bilgisiz. Ayrıca babaları da özellikle kız çocuklarını okutmak istemiyorlar. Bu da facianın diğer yüzü. Bunlarla ilgilenmek, sorunları çözmek lazım.

İkinci sorun ise şu, devletin sosyal yardım adı altında herkese paralar dağıtması, tembelliği daha da arttırmış. Köylülerin eline ciddi paralar geçiyor. Kiminin annesi hasta, kiminin kayınvalidesi, hem hastaya hem de bakanlara iyi paralar ödeniyor. Bu yüzden yaşlıların hepsi yatakta, genç gelin veya damatlar da onlara bakarak iyi gelir sağlıyorlar. Kimsesiz, muhtaç, öğrenci, işsiz diye neredeyse herkese ödeme yapacaklar

Bu değirmenin suyu nereden geliyor, elbette sormak lazım. Aynı sorun şehirlerde de var. Her yerde işe gitmeden, evde yatarak maaş alan çok sayıda bankamatik memur ve görevli var. Devlet bölgedeki işsizliğin bir bölümünü bu yolla hallediyor gibi.

Bunları belirtmeden yazımı bitirmek istemedim…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.