"Bizim Atatürk sevgimiz Anayasanın ilk üç maddesi gibidir;

  Değişmez, değiştirilemez,

  Değiştirilmesi teklif dahi edilemez..."

Artık anonim hale gelen, çok sevdiğim bu güzel sözü sonda değil önde söyleyerek yazıma başlamak istiyorum.

Tarihçi Sinan Meydan’ın söylediği gibi; 1071’de vatan yapılan Anadolu’yu 1921’de kaybetmek üzereydik. Osmanlı’nın üç başkenti Bursa, Edirne , İstanbul 1921’de emperyalist işgal altındaydı. Mustafa Kemal, 1921’de Sakarya, 1922’de Büyük Taarruz’u kazanıp bu toprakları yeniden vatan yaptı. Başkomutan Atatürk’ün önderliğinde Türk Milleti 26-30 Ağustos 1922’de Büyük Taarruzu ve Başkomutanlık Meydan Muharebesini kazanmamış olsa bugün Anadolu’nun pek çok yerine anca ‘vize’yle gidebilirdik.

Zaferle sonuçlanan bu savaşın başlatılması öncesi Ankara’da yaşananları, ‘Çankaya’ isimli kitabın yazarı, Falih Rıfkı Atay şöyle naklediyor:

"..TBMM’de hava bozuktu. Ordunun bir saldırı harbi veremeyeceği fikri büyük çoğunlukta idi. İngilizler de artık yumuşamış olduğu için Anadolu’yu boşaltmak esası üzerinden görüşme yapılmalı idi. İşin içinde İstanbul’la birleşmek, M. Kemal’den kurtulmak fikrinin de büyük payı vardı.

Garp cephesi komutanlığı saldırı harbi yapamayacağımız inancında idi. Cephenin haber kaynağı İstanbul’du. İstanbul’dan gelen haberlere göre Yunan cephesinde, maddi manevi, her şey yerinde idi. Rus kaynaklarına göre, Yunan Başkomutanı Hacı Anesti Türk ordusunun Anadolu’nun ortasındaki durumunu zayıf görüyordu. Menemen’deki Milne hattına çekilmeli ve Trakya’daki birliklerle İstanbul işgal edilerek Ankara üzerine baskı yapılmalıydı.

Mustafa Kemal’e göre ise Yunanlılar’a saldırının tam sırası idi.

İçişleri Bakanına göre, daha geçen gün İnebolu’dan gelen bir kamyon soyulmuş her bölgede güvenlik bozuktur.

Milli Savunma Bakanına göre, ‘günün birinde, herhangi bir hareket emri verilecek olursa ordunun yürüyecek ayakkabısı yoktur. Silah kayışı da yoktur.

Maliye Bakanı ‘kasada on para kalmamıştır’ demiştir.

TBMM’deki muhalif vekillere göre, ordu yürüyemez, aldatılmaktadırlar.

Hızır gibi Hindistan müslümanlarından (Pakistan’dan) M. Kemal’e gelen para derhal Garp Cephesi’ne yetiştirilir.

Ordu komutanlarından Yakup Şevket Paşa ve İkinci Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa, bölücülük yaptığı için geriye alınmıştı. Yerine teklif edilen Ali Fuat Paşa, ’Ben cephe komutanlığı yaptım’ diye reddetmiştir. Refet Paşa, ‘önemli bir şey mi olacak, sanmıyorum, olacak olursa o zaman düşünürüm’ demiştir. Ordu Komutanlığı Nurettin Paşa’ya verilmiştir.

Tüm Ordusu Çay da(Afyon) toplanmıştır. Yine Büyük Kurtarıcı ön plana çıkmamış ve Fevzi Paşa’yı ikna etmiş. Çünkü en kıdemli Paşa O’dur. O da kendi planı gibi anlatmıştır. Yakup Şevki Paşa milletin varını yoğunu bir zar gibi atılmasına karşıdır. M. Kemal ‘milletin varı yoğu bu ise o zaman düşmanı burada imha etmelidir’ demiştir. İsmet Paşa muhaliftir. Kolordu Komutanı Kemalettin Sami Paşa düşmanı 20 km’den fazla kovalayamayacağını söyler. M. Kemal o zaman düşmanı 20 km’de imha etmek gerektiğini söyler. Nurettin Paşa, yeni geldiğini, fikri olmadığını belirtir. Bunun üzerine Fevzi Paşa, ‘Madem ki ordunun bana güveni yoktur’ der ve istifasını verir. M. Kemal, Genel Kurmay Başkanı çekildiğine göre kendisinin de komutanlık görevinde kalamayacağını bildirir. Telaşa düşen İsmet Paşa, ‘Efendim bize fikrimizi sordunuz, söyledik. Yoksa hepimiz emerinizdeyiz, ne yolda isterseniz öyle hareket ederiz’ der.

Saldırıya karar verilmiştir.

Atatürk Ankara’da vekilleri toplayarak karara onları da katmıştır.

Yunanlılar cephede 120 bin, geride 30 bin. Biz ise 105 bin kişi idik.

Mustafa Kemal, 24 Ağustos sabahı Ankara’dan hareket etti. Afyon’un güneyindeki Şuhut kasabasında geceyi geçirdi. 25-26 Ağustos gecesi Kocatepe’nin hemen güneyindeki dere içinde Başkomutanlık Karargahı’na geldi. Şafakla beraber saldırı emrini verdi.

Ankara’dan hareket edeceği günün akşamını Keçiören’de yakın adamları ile geçirmişti. Ayrıldığı zaman bir hayli yorgundu. Yanındakilere, ‘Taaruz haberini alınca hesap ediniz, 15 gün sonra İzmir’deyiz’ demişti. İzmir alındığında yine karşılayanlar arasında gördüğü arkadaşlarından ikisine, ‘bir gün erken, beni düşman yanılttı’ demiştir. İzmir’e taarruzun 14. günü girdiğinde raporları dinledi. Kıtalar yerine varmışlardı. Düşmanda bir sezinti var mı? Raporlara göre yok. ‘O zaman baskın muvaffak olmuştur’ dedi.

Uşak’ta sırtını dağlara yaslamış halde esir alınan Başkomutan Trikopis ve General Dimitris getirildiğinde dostça yanına almış ve bir asker gibi masada onunla tartışıp teselli etmiştir. Ege kıyılarından bir yattan, 550 km öteden savaşı idare etmeye çalışan Hacı Anesti'yi eleştirmiştir.

***

Peki, bu gelişmeler İstanbul’dan nasıl görünüyor ve değerlendiriliyordu?

Çıkarmakta olduğu gazeteye geldiğinde Falih Rıfkı’ya Anadolu’nun birdenbire kapandığını, temas ve irtibatın tamamen kesildiğini söylediler. Ürperdi, Acaba Yunanlılar mı taarruza geçti’ diye sordu içinden. İngiliz, Fransız, Rum ve Ermeni gazetelerinde de hiçbir haber kırıntısı yok.

‘Canım biz taaruz edebilir miyiz, daha geçenlerde Fethi Bey (Okyar) mütareke aramaya gitmişti. Ummam böyle bir delilik yapalım. İhtimal böyle girişimler cephe gerisini tutmak için yapılan girişimlerdir… Hepimiz M. Kemal'in askeri dehasını biliyorduk ve bir zar atmayacağını biliyorduk’ mealinde konuşmalar, yorumlar yapılıyordu.

Falih Rıfkı Atay, İstanbul’daki diğer gelişmeleri ise kitabında şöyle resmediyor:

“..Yalnız yemekten değil düşünmekten de kesilmiştik. Düşman zırhlıları hala İstanbul sularında ve sokaklarındaydı.

Türk ordusunun bir taarruz savaşına giremeyeceği fikri, bizim kuşakların değişmez gerçeğiydi.

Zaman geçtikçe umutsuzluğumuz arttı.

M. Kemal’e kızanlar ağızlarını açmışlardı.

Akşam üstü gene beynimizin içinde aynı burgu, kalbimizin içinde aynı ağrı Büyükada’ya gidiyorum. Aydınlık ferah bir ağustos akşamı. Güverte tıklım tıklım. Türkçe konuşmayanlarda birbirinin sözünü kapan bir sevinç var. Sadece bu sevinç bizi yılmaya yeterdi. Ne olmuştu demeye korkuyorduk.

Fena bir şey vardı. Kimseye sormaksızın onu zihninizden hafifletmeye uğraşıyorduk. Ordu bozulmuş olsa bile bir mütareke imkanı yok muydu?

Fakat içimizdeki sorunun, kimseden aramaya cesaret edemediğimiz cevabı kendiliğinden yayıldı. ‘Başkomutan M. Kemal karargahı ile beraber esir edilmiş.’

Keder insanları öldürmez derlerse size, buna inanınız. Kalp denen şeyin ne kadar dayanıklı bir maddeden yapılmış olduğunu ben, o akşam üstü Büyükada vapurunun güvertesinden öğrendim.

Türkleri Büyükada yat kulübünden kovmuşlardı. Yalnız bir iki sırnaşık, yolunu bularak içeri girebilmişti. Bunlar o akşam cezalarını çekmişlerdir. Çünkü M. Kemal'in esir olması şerefine kulübün bütün şampanyaları patlatılıyor ve Türkler de dağıtılan kadehleri içmeye zorlanıyordu. Ada sokakları çoluk çocuğun çığlıkları ile geçilmez bir hale geliyordu.

Ölümü bir uyku, rahat bir uyku gibi arayarak sabahı ettik. İlk vapurun en görünmez köşesine sığınarak, iki büklüm köprüye indik.

Bütün Türkleri, yaş içinde bulacağımı sanıyordum. Meğer ne kadar soysuzluğa uğramışız. Acaba sokaktakilerin hepsi, şu veya bu muhipler cemiyetinin üyeleri mi idi? Bizimkiler utançlarından evlerinde mi kalmışlardı? Bu gülüşler bu çırpınışlar, bu el sıkmışlar neydi.

Meğer bütün karargahı ile Başkomutan Mustafa Kemal değil, Yunan Başkomutanı Trikopis esir olmuş.

Bir çocuk gibi sıçramaya başladım. Habere, havadise, telgrafa koşuyorum. Hani o dün bakmadığımız Sürüm Gazetesi yok mu, meğer resmi tebliğlerin kilometrelerce gerisinde imiş. Yunan ordusunu yok etmişiz ve İzmir’e iniyormuşuz.

Ben ömrümde hiçbir edebiyat eserinde, ilk hedeflerinin Akdeniz olduğunu bildiren günlük emri okurken duyduğum zevki duymadım. Bütün heyecanların üstünde bir heyecan veren, bütün şairlerin üstünde bir şiirdi. Ne olmuştuk biliyor musunuz, kurtulmuştuk.

Ah.. MUSTAFA KEMAL, MUSTAFA KEMAL,

SANA ÖLÜNCEYE KADAR O GÜNÜN SEVİNCİNİ ÖDEYEBILMEKTEN BAŞKA BİR ŞEY DÜŞÜNMEYECEĞİM.

Konuşmak için dilim, yazmak için kalemim tutuldu. İkdam’daki Yakup Kadri’ye, ilk vapurla İzmir’e gitmeyi teklif ettim.

Nemiz varsa, bağımsız bir devlet kurmuşsak, bir vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuz batının, vicdanımızı ve kafamızı doğunun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcağını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak, hepsini, her şeyi 30 Ağustos Zaferine borçluyuz..”

---

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN !..

remzidilan_48@ hotmail.com

 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.