Doğan Medya Grubunun satılması kararı bana yıllar öncesindeki bir Toplu İş Sözleşmesi görüşmesini anımsattı. Yapılan toplantıda, Aydın Doğan, Milliyet Gazetesi Sahibi ve Gazete İşverenleri Sendikası Başkanı olarak karşımızda duruyordu. Tabi ekibiyle beraber.. Biz de, Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Genel Başkanının Başkanlığında, Yönetim Kurulu Üyeleri ve görüşme heyetinin mensupları olarak görüşmenin diğer tarafıydık. Milliyet’te çalışan üyelerimiz “geri adım atmamamız” konusunda zorluyor; biz de görüşme sırasında isteklerimiz konusunda direniyorduk. Aydın bey, isteklerimizin tümünü kabul etmek zorunda kalması durumunda çalışanların bundan zarar göreceğini söylüyordu. Yani, “maliyeti karşılamak için personel sayısını azaltmam gerekecek” demeye getiriyordu. Görüşme sonucu, iki tarafın da anlayışı ile makul bir zam oranı üzerinde anlaştık ve Toplu İş Sözleşmesi imzalandı.

Aydın bey asıl düşüncesini o aşamada yansıtmazken, Milliyet çalışanı arkadaşlarımızın alınan zammı yeterli bulmadığı tavırlarından belliydi. Aradan çok zaman geçmedi, Aydın Doğan, Milliyet’i sendikasızlaştırmayı kararlaştırdı. Bu kurumdaki bazı arkadaşlarımız, kapının önüne konulmayı göze alarak direndi, çalışanların büyük çoğunluğu ise sendikadan istifa etti. Böylece TGS Milliyet’ten çıkartıldı.

Aydın Doğan ardından Hürriyet Gazetesi’ni satın aldı. Ancak Hürriyet binasına bir türlü gitmiyordu. Aydın beyin, yöneticilere, “Hürriyet’ten sendika çıkarılıncaya kadar oraya gelmeyeceğim” dediği iddiası yayıldı. Nitekim hareket başladı. Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, “gazetecilik yetenek, kendini gösterdikçe yükselme işidir. Maaşı toplu sözleşmeyle sınırlanamaz” diye açıklama yapmış ve bu sözlerine gazetenin birinci sayfasında yer verilmişti. Daha sonra, gazetenin Haber Merkezi ile taşradaki bürolarına Noter çağırıldı ve çalışanlar tek tek sıraya sokulup sendikadan istifa ettirildi.

“Acaba” diyorum kendi kendime; "çalışanlar örgütlü olsaydı, Aydın Doğan, kendisine uygulandığı söylenen baskılara, çalışanlarının örgütlü gücünü de arkasına alarak daha kuvvetli bir şekilde direnemez miydi ?.." Bunun somut örneklerini örgütlü birçok iş kolunda görmüyor muyuz zaten..

***

Ancak sendikal gücün yok edilmesi meselesinin bir başka yönü vardı ki; o da, çalışanların yüreğini yaktı, dağladı yıllarca.. Neydi bu yangının nedeni ? İçimizden çıkan meslektaşlarımız gazetelerin ve televizyonların tepelerine getirilerek, sendikalı işçiden esirgenen paralar onlara verilmedi mi ? Dolarla maaşlar, yalılar, denize nazır villalar onlara ikram edilmedi mi ? Ne için ? Sendikayı kovsunlar diye, yani çalışanı satsınlar diye, iktidardakiler ile patronun arasını sıcak tutsunlar diye.. Bunu ben uydurmuyorum. Yıllardır söyleniyor basın piyasasında, ben de aynen aktarıyorum.

***

Bakın bu satış işini Cumhuriyet yazarı Mine Söğüt ne güzel dile getiriyor:

(özet)

“Basın bugün satılmadı...
O satış yıllar yıllar önce başladı.
Önce gazeteciler sattılar basını.
Hem de üç paraya.
Kendilerine ödenen yüksek maaşlara kanarak.
Üç ayda bir ödenen ikramiyelerin, fazla mesai ücretlerinin, sigortalı çalışma olanaklarının ellerinden alınmasına göz yumarak, kıdem tazminatlarından gönüllü olarak vazgeçme şartına katlanarak.

Sendikanın işlevsizleşmesine sessiz kalarak.
Pazarlamaları için önlerine koyulan yeni yükselen değerleri gazetecilik marifetiyle allayıp pullayarak.
Koca bir ülkeyi sistemin istediği noktaya getirmek için canla başla çalıştılar.
Sistem dışı kalmakta direnenleri, mesleği sorgulayanları, etik değerleri savunanları, gazetecilik yapmakta ısrar edenleri aralarında barındırmadılar.
---

Medyayı herhangi bir ekonomik yatırım olarak gören...
Bu sektöre yaptığı yatırımın hakkını almak için...
Kapitalist değerlerin ona tanıdığı tüm vahşi olanakları sonuna kadar kullanmakta hiçbir sakınca görmeyen...
Medyayı mal gibi alan ve mal gibi satan işadamlarının niyetlerini sorgulamayı önemsemeyen gazeteciler, nihayetinde mesleği bu noktaya getirdiler.
---
Başlarına ne geldiğini umursamayan irili ufaklı gazeteciler yeni sistemin pazarladığı değerlerin gönüllü tetikçisi olurken...
Aslında demokrasiyi, eşitliği, özgürlüğü, kıymetli ideolojileri ve mesleki değerleri, en önemlisi de bizzat kendilerini tam kalplerinden vurdular.

---
Basın bugün ilk kez satılmıyor.
Yandaş gazeteciler ilk kez tahta çıkmayacak.
Ve muhalif gazeteciler ilk kez perişan olmayacak.
Patronların patronlara yaptığı satışın hiçbir anlamı yok.
Mesele gazetecilerin gazeteciliği satmalarında.."

***

Son örneği ise, TBMM Genel Kurulu’nda CHP Grubu adına kürsüye gelen İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş’ın konuşmasından verelim: (tutanaktan)

“..AKP iktidarı 2019 seçimleri öncesi muhalefetin nefes alabileceği ve kendisini ifade edebileceği tüm alanları bloke ediyor ve kapatmaya çalışıyor. Aykırı ve muhalif tek ses bile duyulmasın diye Türkiye'de ağır bir sansür uygulanıyor.

Bu sansürün örneklerinden biri de dün gece yaşandı ve şu anda da gördüğünüz üzere Netflix, bluTV, puhutv, Twitter, YouTube gibi yayın organları Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun denetimine sokuldu. Artık Radyo ve Televizyon Üst Kurulu ahlaka aykırı yayın yapıldığı gerekçesiyle bu mecralara da cezalar uygulayabilecek.

Şu anda sansür kafesini görüyorsunuz, Twitter'ın özgürlükle özdeşleşmiş olan kuşu artık RTÜK'ün kafesinin içine girmiştir. Dün gece internete ağır bir sansür getirmekle yetinmediniz, sosyal medyayı da istediğiniz gibi sansüre uğratacak düzenlemelerin adımlarını attınız, bu kanunla özgürlükleri kafese kapattınız. Ama size bu da yetmiyor, interneti kafese kapattığınız gün Aydın Doğan'ın gazete ve televizyonlarını da kendinize yakın olan Demirören Grubuna satın aldırdınız…

İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) - Satmasaydı.

BARIŞ YARKADAŞ (Devamla) - …ve böylece medyanın yüzde 70'i tek bir kişinin eline, AKP iktidarına yakınlığıyla bilinen Demirören'in eline geçti…

SALİH CORA (Trabzon) - Siz Kanaltürk'ü kime sattınız?

BARIŞ YARKADAŞ (Devamla) - …ve böylece AKP'yi destekleyen yayın organlarının oranı yüzde 90'a ulaştı. Burada özgürlükten bahsedemezsiniz, bu düzenin adı "tek adamın tek sesli düzeni"dir. Basında yarattığınız tekelleşme halkın haber alma hakkını ve kamuoyunun özgürce oluşma hakkını ortadan kaldıracaktır. Gazetelerin dağıtım ağı tek bir partinin eline geçmiştir, bu da muhalif yayınların halka ulaşmasını engelleyecektir. Yarattığınız bu medya ortamı yüzünden binlerce gazeteci daha işsiz kalacaktır. Tekelleşme haberin ve gerçeğin ölümü demektir. Bir cinayet işlediniz beyler, size bu cinayeti iktidarı kaybetme korkunuz yaşatıyor ve iktidarı kaybetme korkunuz yüzünden işlediğiniz bu cinayetle tarih önünde anılacaksınız ve suçlu olarak yaftalanacaksınız.

Buradan Rekabet Kurumu’na bir çağrıda bulunalım: Rekabet Kurumu, Aydın Doğan'ın elinden zorla alınan ve Demirören Grubuna verdirtilen bu yayın organlarının satışını derhâl durdurmalıdır..”

İyi Haftalar

remzidilan_48@hotmail.com

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Ramazan Durmuş 6 yıl önce

Sendika şube başkanlarının da piyon olduğunu biliyoruz

Avatar
Ercan Deva 6 yıl önce

Sevgili Remzi, kalemine sağlık. Çoğu gazetecinin bilmediği gerçekleri gözler önüne sermişsin. İyi ki varsın. Sevgilerimle.