Havaların soğumaya başlamasıyla birlikte, neredeyse ailelerin tamamında,  grip, nezle ya da soğuk algınlığı gibi hastalıklara yakalanmama telaşı başlamaktadır. Tüm büyüklerin yanında, özellikle bebekler, kreşe - ana okuluna,  ilkokula ve orta okula  giden  çocuklar ve 60 yaşın üzerindekiler daha fazla risk taşıdığı  için, tüm anne babalar ve yaşlılarımız  haklı olarak endişelenmektedirler.

Özellikle son 16 yılda  yapılan  doğumlardan,  pek çoğunun sezaryenle gerçekleşmiş olması,  hayata gelen  bebeklerin bağışıklık sisteminin, doğuştan eksik ve zayıf olmasına neden olmuştur. (Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre 2016 yılında, Dünya da “sezaryenle” doğum oranında %54.17 ile Türkiye’nin “birinci”, yok denecek bir oranla İsrail’in “sonuncu”, Finlandiya’da %6.6, Hollanda’da %7.7 olması biraz düşündürücü değil mi?) Doğum sonrasında ise yapılan yanlışlar, çevre faktörleri,  bilinçsiz beslenme vesaire gibi pek çok faktörün bir araya gelmesi sonucu da tüm halkımızın bağışıklık sistemi  gerektiği şekilde güçlenememiş zayıf  kalmıştır. Zayıf bir bağışıklık sistemi ise, her türlü hastalık riskine karşı vücudumuzun savunmasız kalması demektir.

Halkımızın, batı medeniyetine olan aşırı güven ve hayranlığı, geçmişimize olan düşmanlığımız, kendimize  olan  güvensizliğimiz ile sağlık  konusundaki aşırı bilgisizliğimiz ve daha bir çok  nedenle; hiç araştırıp soruşturmadan, geçmişimizle olan bağlar, geleneksel tıp konusunda da tamamen koparılmıştır.

Sanki insanlık tarihi boyunca on binlerce yıl hiç bir hastalık yokmuş, hiç bir insan tedavi edilmemiş gibi, modern tıbbın ortaya çıkışıyla birlikte, diğer bir çok konuda olduğu gibi sağlık konusunda da anlayış değişmiş, geçmişte yapılan uygulamalar, koca-karı ilaçları gibi aşağılayıcı ifadelerle unutturulmuş ve neticede sağlığımız; (ülkesini seven, halkının iyiliği için mücadele eden bir kısım doktor ve bilim insanları dışında)  bütün gayeleri daha çok para kazanmak olan "dünya ilaç ve sağlık sektörü" nün insafına bırakılmıştır.

Neticede çok basit usullerle çözülebilecek olan,  üst solunum yolu enfeksiyonlarının (diğer hastalıkların  pek çoğunda olduğu gibi) neden olduğu nezle, grip, sinüzit,  faranjit, bronşit gibi  solunum yolu  hastalıkları, hem bireyler açısından, hem de ekonomik kayıp, olarak toplumumuz için çok büyük bir yük teşkil eder hale gelmiştir. Bu nedenle  konu hakkında çok detaya girmeden, sonbahar ve kışın karşılaştığımız basit solunum yolu enfeksiyonu hastalıklarının tanımı ve çözümü hakkında özet bilgiler vermek istiyorum.

Aslında  “üst solunum yolu” hastalıkları olarak tarif edilen, grip, nezle ve soğuk algınlığı, birbirinden çok farklı hastalıklarmış  gibi  gösterilseler de, nedenleri ve belirtileri (semptomları) açısından çok farklı değillerdir. Belirtiler arasındaki basit değişiklikler (soğuk algınlığında ateş fazla yükselmezken, gripte 38 santigrat derece ve üstünde olması, burun tıkanıklığının olup olmaması, baş ağrısının  az yada çok olması  gibi) nedeniyle farklı isimlerle tarif edilmektedir.

Ancak bu kavram pratikte bakteriyel enfeksiyonları değil, sadece “viral” enfeksiyonları tarif etmek için kullanılır.  Çünkü aniden gelişen tüm hastalıklarda olduğu gibi, soğuk algınlığı enfeksiyonlarının da % 95'inden fazlasının nedeni virüslerdir. Ancak solunum yolu enfeksiyonları birbirinden çok çok farklı virüsler nedeniyle ortaya çıkar ve bu virüsler ancak, güçlü bir bağışıklık sistemi ile yok edilebilir. Bu nedenle de grip aşılarının da  pek işe yaradığı kanaatinde değilim.

Solunum yolu enfeksiyonu vakalarının tamamında, doktorlar  tarafından tedavi için çeşitli antibiyotikler reçete edilir. Ancak  reçete edilen antibiyotiklerin hepsi de bakterileri yok etmek için tasarlanarak üretilmişlerdir. Halkımızın pek çoğu reçete edilen bu antibiyotikleri şifa niyetine kullanırken, (bakteri ile virüs arasındaki farkı bilmediklerinden) antibiyotiğin kendileri için faydalı mı, zararlı mı olduğundan habersizdir. Gereksiz yere antibiyotik kullanımı ise, hem  kullananların sağlıklarını tehlikeye atmakta, hem de devletin sırtındaki sağlık harcamaları yükünü gereksiz yere artırmaktadır.

“Antibiyotikler” maalesef 60 yaş altındakilerin çocukluğundan itibaren, günümüz neslinin ise bebekliğinden itibaren, her hangi  bir  nedenle muhatap olduğu, kullandığı, adı ilaç olan  kimyasal toksinler (zehirler) dir.  Antibiyotikler sadece bakterileri öldürmek üzere tasarlanmışlardır ve ancak  bakterilerin  neden olduğu enfeksiyonel hastalıklar üzerinde etkilidir.  Virüsler ve virüslerin sebep olduğu enfeksiyonel hastalıklar üzerinde hiçbir öldürücü etkileri  yoktur. Bu nedenle de kullandığımız antibiyotiklerin  tamamı da sağlığımızı ciddi şekilde tehdit etmektedir ve kesinlikle zararlıdır.

Çünkü, özellikle sindirim sistemimiz de (yaklaşık 1,5 kg ağırlığında) ve tüm vücudumuzda  sağlığımız için mutlaka var olmaları gereken, trilyonlarca ”faydalı bakteri” vardır. Bakterileri öldürmek üzere tasarlanmış olan “antibiyotikler”, sadece zararlı bakterileri öldürmekle kalmaz; sağlığımız için yaşamaları şart olan, özellikle sindirim sistemindeki faydalı bakterileri de öldürürler. Bu bakterilerin eksiklikleri ise bağırsak florasının bozularak, sindirim sisteminin iyi çalışmamasına neden olur.

Sindirim sisteminin iyi çalışmaması ise, başta mide ve bağırsak problemleri ve hastalıkları olmak üzere, çok ciddi hastalıklarla sonuçlanacak,  (emilim yoluyla kana karışacak toksinler nedeniyle)  sevimsiz ve sağlıksız olaylar zincirini başlatacaktır. Ayrıca bağışıklık sistemini gereksiz yere zorlayıp, hastalık süresini, uzatarak, "grip" gibi çok basit hastalıkları, "zatürre" gibi çok daha kötü bir şekle dönüştürebilecektir.

Bilinen bu zararları ve daha bir çok  nedenle,  genelde antibiyotik kullanımından kaçınılması gerektiği gibi, (yıllardır İngiltere gibi bir çok Avrupa ülkesinde, hiç kimse heyet raporu olmadan eczanelerden antibiyotik alamaz. Alınanlarda kutuyla değil, tek tek dozlar halindedir.) özellikle bebek ve çocuklarda, kesinlikle kullanılmamalıdır.

Sadece doğal yollarla çözüm üretemeyip, çaresiz kalmanız, (gerekli tetkikler yapılarak, hastalık nedeninin bakteri olduğunun kesinleşmesi) halinde "beta mikrobu" olarak bilinen A grubu Beta Hemolitik streptokok bakterileri gibi bakterilerin neden olduğu enfeksiyonlarda, çok düşük dozlarda olması kaydıyla doktor denetiminde kısa süreli olarak kullanılabilir.

Kendiniz, çocuklarınız yada büyükleriniz hasta olmadan önce, ani sıcaklık değişimlerine karşı gereken tedbirleri alarak, bağışıklık sisteminizi zayıflatacak düşünce ve davranışlardan uzak durarak, genel beslenme kurallarına uyarak; aşağıda vereceğim tarifleri uygulamanız halinde, kış boyunca evinize solunum yolu hastalıklarının uğramayacağından emin olabilirsiniz.

Çünkü hasta olmamak, hasta olup iyileşmeye uğraşmaktan çok daha düşük maliyetli  ve kolaydır. Herhangi bir sebeple hasta olmaya başlamanız (kesinlikle büyük küçük hiçbir hastalık belirtisiz, çat kapı gelmez) halinde ise kesinlikle endişelenmeden, (vaktiniz uygunsa) dinlenerek,  beslenmenize biraz daha  dikkat ederek, kullandığınız doğal karışımları çeşitlendirerek miktarını artırmanız, şikayetlerinizin ortadan kalkması için  yeterli olacaktır.

Bebeklerden yaşlılara kadar rahatlıkla kullanabileceğiniz doğal  tarifler;

BEBEKLER İÇİN:

Öncelikle bebekler sık sık doktora götürülüp kontrol edilmeden sağlıklı bir şekilde büyüyemez anlayışından vaz geçin. Çünkü bebeğinizi ikide bir hastahane ortamına sokmanız riskli olduğu (virüsler insandan insana çok kalaylıkla bulaşabilir)  gibi, hasta olma ihtimalini düşünmekle bile, ona iyilik değil kötülük yapmış olursunuz. Bebeğinizle ilgili hep olumlu, güzel şeyler düşünüp, sağlıklı bir şekilde büyüyüp koşuşturduğunu hayal ederek, beyninizdeki  o "muazzam gücü” olumlu yönde kullanın.

Anneler hamile kaldığınız andan itibaren sütten kesilinceye kadar,  sizin  her türlü düşüncenizin, psikolojik durumunuzun, her türlü davranışınızın,  yediklerinizin, içtiklerinizin, kısaca kendi sağlığınızı ilgilendiren her şeyin, bebeğin sağlığını da doğrudan etkilediğini unutmayın.

Doğum şekli ne olursa olsun, bebeğinizi mutlaka 24 ay emzirin. Bu süre boyunca da, başta psikolojik durumunuz olmak üzere, yediklerinize içtiklerinize özellikle dikkat edin. Çünkü bebeğinizin sindirim sistemi ve bağırsak florası sizinkinin kopyasıdır. Tek farkı biraz daha hassastır. Sizi rahatsız eden (hazımsızlık, gaz, vesaire açısından)  her şey bebeğinizi de rahatsız edecektir.

Bebeğinizin ilk aylarda gazının fazla olması (sancıdan bas bas bağırabilir), ishal (diyare) olması (tamamen sizin yedikleriniz ve içtiklerinize bağlıdır),  bazen ateşlenmesi yada altının pişik olması gayet normaldir. Böyle durumlarda hiç telaşlanmanıza gerek yok. Elinizin altında bulunduracağınız bitkisel yağlarla masaj yaparak, bebeğinizi 15 – 20 dakika içerisinde rahatlatacağınızı, şikayetlerinin kısa sürede ortadan kalkacağını bilmenizi isterim.

Bu arada çok önemli bir konuyu da hatırlatmak  istiyorum. Cildimize ne sürersek sürelim, sürdüğümüz şeyin içindeki  aktif maddeler,  yaklaşık  15- 20 dakika gibi kısa bir sürede kana geçer. O nedenle “yiyemeyeceğiniz”  hiçbir şeyi, ne kendi cildinize, nede bebeğinizin, çocuklarınızın cildine sürmeyin.

GAZ  İÇİN GEREKLİ OLAN BİİTKİSEL YAĞLAR: 

Pelin otu yağı, zencefil yağı, karanfil yağı, pamuk yağı, nane yağı, papatya yağı

Bu yağların tamamını eşit miktarlarda karıştırın, bebeğin sadece karın bölgesini, gerekirse sırtını okşayarak, şikayetlerinin biteceğine inanarak mümkün olduğu kadar telaşlanmadan, sakin sakin 10 dakika masaj yapın. Maksimum 15-20 dakika içerisinde bebeğiniz rahatlayacağı gibi, daha sonrasında da gaz oluşumu azalacaktır.

ATEŞLENMESİ HALİNDE GEREKLİ OLAN BİTKİSEL YAĞLAR:

Okaliptus yada söğüt ağacı yağı (ikisinden birisi), sarı kantaron yağı (kırmızı renkli olmalı), karanfil yağı, zencefil yağı, papatya yağı

Bebeğinizin keyifsizleşmesi halinde, ateşinin yükselmesini beklemeden, bu yağların tamamını karıştırın, bebeğinizin boynundan itibaren tüm vücuduna 10 dakika masaj yapın. Özellikle koltuk altlarını ihmal etmeyin. Gerekirse  iki saatte bir masajı tekrarlamanın hiçbir  sakıncası yoktur. Ateşten dolayı  (40 santigrat derecenin altında olması şartıyla) kesinlikle telaşlanmayın. 

Ateş olmadan bağışıklık sisteminin güçlenmesi mümkün değildir. Çünkü ateş virüslerle, bağışıklık sistemi arasındaki savaşın neticesidir. Bu nedenle özellikle ateş düşürücü ilaçları kullanmayın. Bu ilaçlar bağışıklık sistemini bloke ederek ateşi düşürür ancak virüslerin daha da çoğalıp güçlenmelerine sebep olur.

Ayrıca sizin ağız yoluyla doğrudan alacağınız, arı sütü, propolis ve bitkisel takviyeler de, süt yoluyla bebeğinize faydalı olacaktır. Ev yapımı elma sirkesiyle bebeğinizin vücudunu ıslatmanız da ateşin düşmesinde etkili olacaktır.

PİŞİK:

Pişik için kesinlikle pudra yada krem gibi hiçbir kimyasal madde kullanmayın. Bebe pudrasının ana maddesi olan “talk”ın içerisindeki fiber (lif) lerin, çok güçlü bir kanserojen olan “asbestle” tehlikeli ve güçlü bir benzerliği olduğu bilim adamlarınca kesinleştirilmiştir. Talk pudrası da, diğer kimyasallar gibi bebeğinizin sağlığı için risk teşkil  etmektedir.

Öncelikle pişiğin, (büyük ihtimalle) kullandığınız hazır  bezlerden ve bakım eksikliğinden olduğunu bilin. Bebeği altı ıslak saatlerce bekletir, bezini değiştirmezseniz pişik olması gayet normaldir.

Pişiğin oluşması halinde, sadece  sarı kantaron yağı (kırmızı renkli olmalı) ve sıkma susam yağını karıştırıp, pişik olan bölgeyi sık sık yağlayın. (sarı kantaron yağı tek başına da kullanılabilir). Maksimum iki gün içerisinde pişiğin iyileştiğini göreceksiniz.

Tüm bunların dışında emen bebekler için, annenin kullanacağı her türlü doğal desteğin, süt yoluyla bebekte de etkili olacağını unutmayın

ANA OKULU, KREŞ VE İLK ÖĞRETİM ÇOCUKLARI İÇİN:

Bebeklerde kullandığınız yağların tamamını (yaş durumuna göre) çocuklarda da aynı şekilde kullanabilirsiniz.

Ayrıca, aşağıda vereceğim tarifleri küçük-büyük herkes, hasta olmadan yada hasta olduktan sonra, iyileşmek için  rahatlıkla  kullanabilirsiniz.

-Sabahları aç karnına, bir su bardağı ılık su içerisine yarım limon sıkıp, yaş durumuna göre, (bir çay kaşığından, bir çorba kaşığına kadar) yeterli miktarda hakiki bal katarak  içmeyi yada içirmeyi alışkanlık haline getirin. Hem bünyeyi güçlendirir enerji verir, hem de yağ yıkımına destek olur, cildinizi güzelleştirir.

-Ev yapımı olması şartıyla aynı karışımı, limon suyu yerine elma yada alıç sirkesi kullanarak da uygulayabilirsiniz (sirke miktarı da yaş durumuna göre ayarlanmalı ve bir çay kaşığından az, bir çorba kaşığından fazla olmamalıdır). Bal miktarını da  yaş ve kilo durumuna göre ayarlamalısınız.

-Taze zencefili az bir miktar (kişi başı ortalama bir fındık büyüklüğünde) rendeleyin, çay gibi demleyin. Ilıdıktan sonra içerisine bir limon sıkın, yeteri kadar hakiki balla tatlandırarak yudum yudum için yada içirin.

-Rendelenmiş taze zencefili, mevsiminde olması şartıyla  (yaş durumuna göre yarım çay kaşığından, bir tatlı kaşığına kadar rendelenmiş olarak) taze sıkılmış limon, portakal, havuç, nar yada elma suyuna karıştırarak için yada içirin.

-Akşamları, ayva yaprağı, ıhlamur, kuş burnu, hibiskus, nar çiçeği, havlıcan, tarçın, ada çayı, papatya, kekik gibi bitkileri, damak tadınıza göre ikişer üçer yada daha fazla sayıda karıştırıp, çay gibi demleyerek  (kaynatmadan) her gün içmeyi alışkanlık haline getirin.

-Banyonuz müsait ise, zaman zaman bitki banyosu yapmanız da, tüm enfeksiyonel hastalıkların önlenmesinde ve tedavisinde faydalı olacaktır. Enfeksiyona karşı etkili olan, altın otu, ada çayı, fesleğen,  gül, lavanta, hanım eli, reyhan, ıhlamur, sarı kantaron, kekik, papatya, karabaş otu, yavşan otu, sığır kuyruğu  gibi bitkilerden mevcut olan birkaç  çeşidini, (toplam iki avuç dolusu kadar) karıştırıp üzerini suyla doldurup, bir tencerede kaynatın.

Küveti sıcak su ile doldurun. Kaynattığınız bitkilerin suyunu bir elek yardımıyla dolu küvete boşaltıp karıştırın. En az 15-20  dakika içerisinde yatarak hiç durulanmadan çıkın ve kalın bir örtünün altında bir süre dinlenin. Hem virüslerin yok edilmesinde faydalı  olacak, hem de ter yoluyla atılan toksinler sizi rahatlatıp, iyileşmenize yardımcı olacaktır.

Eğer bütün bunlara rağmen hasta olmuşsanız, ya da hastalığınız düzelmiyorsa kesinlikle beslenmeniz çok bozuk, gerekli gıdaları almıyor, yediklerinize içtiklerinize dikkat etmiyor, en azından vücudunuza içki, sigara gibi ağır toksinler alıyorsunuz demektir.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.