Tamda mevsiminde düştü; gri düşlerimde kalan sonbaharlar aklıma. Gece kandilleri yanan, gündüz envai güzellikle donanan gökyüzüne dalıp giden gözlerimin ışıltısını gölgeleyen, hüzün bulutlarını kovmak istercesine silkelendiğimde; Körfezde ağır aksak bastonuna abanmış yaşlı bir adam, öbek öbek dökülmüş; sarı, kızıl, alaca bulaca yaprakların arasında yorgun ayaklarını sürçe sürçe yürürken, yüzünde bir gün daha çalmanın bezgin buruk bir sevincini yansıtıyordu adeta...

Kış kapıdan girmeden eylülden, ekimden, kasımdan bir gün daha çalmak! Hayata yılgın bir  “has sittir" çeker gibi.. Yeşil, gri mantolu, doymak bilmeyen güvercinler, tekerlekli sandalyesinde buğday satan diğer bir yaşlı adamın etrafında fır dönüp tavaf ediyorlardi. Küçük yağmur bulutu gibi konup konup kalkıyorlardı, elbisesini yavaş yavaş soyunan ağaçların üstüne. Onların kanat sesleri, kuşlar gibi cıvıldayan çocuk seslerine karışıyordu. İnsan ya kuş olmalıydı, ya da çocuk kalmalıydı. Ağaç olsan ayrı dert, dört mevsim ölüp ölüp dirilmek zor olsa gerek. Denizin rengi griye döner bu mevsimde; kokusu evlat kokusu gibi gelir, gardrobun en kuytu köşesinde sakladığın giyilmiş tişörtlerinden kokusu gitmesin diye gıdım gıdım kokladığın evlat kokusu.

Çürümeye yüz tutmuş bir iskele üstünde kanadı kırık bir martı, ufka doğru bakıp, çaresiz seken adımlarla yampiri yampiri yürürken. "Tek kanatla uçamazsın evlat" diyordum içimden. Sen artık özgürlüğün ülkesinden kovulup, yeryüzünde prangaya vurulmuş mahkum gibisin. Ya yaranı iyileştireceksin, ya ölene kadar sürüneceksin. Anka kuşu değilsin ki küllerinden doğasın. Sonra ona bakarken yengeç gibi hissediyorum kendimi, denizin içinde nefes alabilen ama yüzemeyen yengeç gibi .Ben bu dünyaya ait değilim diyorum. Ben beni arıyorum; ilk baharda çiçekleri bir çırpıda dökülen kırmızı bir gelincik mi ? Yazın kızıl bir elma mı ? Sonbaharda uğuldayan rüzgarlarda ıslık çalan bir kavak ağacı mı ? Kışın karlar içinde üşüyen minik bir serçe mi ? Deniz kenarında taşa toprağa tutunmuş bir yosun mu ? Dere kenarlarında küçücük bir kum mu ? Neyim, kimim ben ?.. diyorum.

Biraz yürüyünce tek bir karga ateş eder gibi gag gag (tak tak) bağırıp meydan okuyor; dalmış başka bir güvercin, martı sürüsünün içine.. Yüzümde muzip bir gülümseme, izliyorum bir müddet. Kuşlar çok komikler. Ben karışmam aranızda halledin gibi bakınıyor mavi boyaları dökülmüş griye dönmüş, eski bir sandalın arkasından sessizce onları gözetleyen mağrur bir kedi.. Ya karnının tokluğundan, ya da o da kargadan korktuğundan; uzaktan uzaktan pür dikkat bakınıyor...

Yüzü asık sonbahar yağmurları mı yıkamıştı bizi? Ondan mıydı dört mevsim dökülen yaşlar göz pınarlarımızdan. Arada esrik rüzgârlar dağıtsa da eksik olmadı başımızdan karamsı, gri bulutlar. En sevdiğimin hediye ettiği çoban yıldızı aydınlatırken dünyamı, doğacak güneşlerden hâlâ umudum var yarına dair.. Ta ki yıldızım sönene kadar..

YAZININ DİBİ: Şimdi burada günlerden gri.. Saat griye beş kala, griyi çeyrek geçiyor. Havada maviye çalar gri bulutlar. Bacalardan tüten siyahımsı gri duman. Çöp konteynerinin üstüne çömmüş gri tüylü tombik bir kedi... Gökyüzü gri, çete gibi uçuşan kargalar ve serçeler gri.. Sersem sebelek uçarken, kafamızın üstünden teğet geçen kumrular gri... Kiminin hayatı toz pempeyken, bizim hep gri.. Sevdiğimiz renk mavi, donandığımız grinin bilmem kaç tonu.. Yarınları çivitliycem; Annemin beyaz çamaşırları gibi, pazardan aldım bekliyorum. Maviye boyayacağım her yeri yeniden..  

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.