Küçük çocuk, ayıcıklı battaniyesini yüzüne çekti. Yan odada annesi, yine babasına bağırıyordu. Sarı saçlı çocuğun gözleri seğirmeye başladı. Ne zaman annesi babasına bağırsa, sekiz yaşındaki çocuk kendisini berbat hissediyordu. Korkuyordu da bu sesten. Böyle zamanlarda annesine bir şey demeye cesaret edemiyordu. Bir keresinde annesine bir daha babasına bağırmamasını söylemişti. O zaman kadın hızını alamamış ve küçük çocuğu da fena benzetmişti. Babası Saim Bey, usta bir müzik aleti tamircisiydi. Lakin son zamanlarda işleri hiç de iyi gitmiyordu. Bir çengeli andıran adam, bundan dolayı evin ihtiyaçlarını karşılamakta zorluk çekiyordu. Çoğu zaman akşam olduğunda eve dönerken eli boş dönüyordu. Karısı İclal Hanım da, kocasına bu zor günlerde destek vermek yerine, kolaya kaçıyor; parasızlığı onun yüzüne yüzüne vuruyordu. Adamcağız karısına karşılık vermiyor, sessizliğe bürünüyordu. Tamer, babasını üzgün gördüğünde koştura koştura onun yanına geliyordu. Türlü hokkabazlıklar yaparak kahrolan babasının neşesini bir nebze olsun yerine getirmeye çalışıyordu…

Annesinin kulakları sağır eden bağırışları her geçen an daha çok artıyordu. Yorganını sert bir şekilde üzerinden yatağın kenarına fırlattı. Eli kolu oynuyordu. Gözlerinin seğirmesi, yüzünün her yerine sirayet etmişti. Doğruldu. Yumruklarından destek alarak yatağından inmek istedi. Dengesini sağlayamadı. Sendeledi. Ayağını burktu. Canı çok acıdı. Ancak, babasına hiç acımadan bağıran annesinin gök gürültüsünü andıran haykırışlarının ruhunda yarattığı acının yanında ayağının acısının hiçbir kıymet-i harbiyesinin olmadığını duyumsadı. Annesi aslında son derece yumuşak kalpli bir kadındı. Onun son zamanlardaki değişimine çok üzülüyordu. Küçük çocuk da çok zekiydi tabii ki.. Annesinin hırçınlığının maddi olanaksızlıklardan dolayı olduğunu çoktan anlamıştı. Anlamıştı anlamasına ama ne olursa olsun babasına bağırmamalıydı. Babası annesine hiç bağırmıyordu. O da böyle bir şeyi kesinlikle hak etmiyordu…

Kapıyı hafifçe araladı. Saim Bey ve İclal Hanım kapının aralandığını fark etmediler. Orta yaşlı kadının siniri biraz geçmişti. Kocasına bağırmıyordu. Lakin tahta masanın yanındaki sandalyede oturmakta olan ve üzüntüsünden adeta bir kaditi andıran kocasına tepeden tepeden bakıyordu. Bakışlarına zalim bir firavun yerleşmişti. Zavallı adam, yavaşça başını kaldırdı. Fersiz bakışları eşliğinde karısına: “Hanım, çok üstüme geliyorsun. Şu sıralar işler çok kötü. Ben böyle olmasını ister miyim sanıyorsun.. Eve dönerken hiçbir şey kazanamamış bir babanın dayanılmaz acısını çekerek geldiğimi görmüyor musun.. İşler düzelecek ve ben gene eskiden olduğu gibi elim kolum dolu olarak evime geleceğim” dedi. İclal Hanım, kocasını üzmekten zerre kadar çekinmeden yakıcı bir kahkaha attı. Çaresiz adamın başı yeniden yere düştü. Tekrar sinirlenen ve sinirden gözleri yuvalarından fırlayacakmış gibi olan kadın, masaya yaklaştı. Mavi muşamba masa örtüsünün üzerinde durmakta olan Maltepe sigara paketinie uzandı. Sigarasını yakarken dövüşe hazırlanan bir kabadayı edasıyla kocasına yan yan bakarken, "Aç tavuk kendini buğday ambarında sanarmış. Sen hayal kurmaya devam et bakalım. Ev tam takır. Geçen gün annemlerden getirdiğim tarhanadan başka yiyecek hiçbir şeyimiz kalmadı. Ye iç anneme dua et. Ahh, ah, vakti zamanında onun sözünü dinlemedim. Dinleseydim, şimdi bir elim yağda bir elim balda olurdu. Elimi sıcak sudan soğuk suya sokmazdım. Ama işte.. Akılsız kafam benim. Senin gibi çulsuzun biriyle evlendim..” dedi.

Küçük çocuk ağlıyordu. Kapının ardında olduğu yere çöktü. Küçük yeşil gözlerinden yaşlar çağlayan gibi boşalıyordu. Gözleri büyüdü. Sinir krizine tutulmuştu. Birazdan annesinin babasına yeniden bağırmaya başlayacağını hissediyordu. Hıçkırıkları, gözlerinden boşalan yaşlara eşlik ediyordu. Yere düştü. Başını sert bir şekilde yere vurdu. Allah'tan halının üzerindeydi. Çocuklarının yürek kanatan hıçkırıklarını duyan karı-koca koşarak onun yanına geldiler. Tamerin bir noktaya bakan gözbebeklerini görünce dehşete kapıldılar. Saim Bey, çocuğunu kucaklar kucaklamaz yerden kaldırdı. Çocuk kendinde değildi. Sayıklıyordu, “anneciğim, ne olur babama artık bağırma. Bak o sana hiç bağırmıyor. Nasıl kıyıyorsun ona” sözcükleri birbirine karışıyor olsa da anlaşılıyordu. İclal Hanım o anda tarifi imkansız bir pişmanlık duydu. Yüreğinin daraldığını hissetti. Nefes alamıyordu. Yavrusunun ter içinde kalmış kaküllerini öpüyordu. Saim Bey, canından çok sevdiği oğlunun yüzüne kolonya vurdu. Eline koluna masaj yaptı. Neyse ki çok geçmeden yavrucak yavaş yavaş kendine geldi. Fersiz gözleriyle bir annesine, bir babasına bakıyordu. Özellikle annesine yalvarır gibi bakıyordu. Yaptıklarından nadim olan kadın, Tamer’in yüzünü seviyordu. Çocuk zoraki bir mecal ile “Babama bağırma anneciğim” diyebildi. Orta yaşlı kadının boğazına bir şeyler düğümlendi. Konuşmaya çalıştı, yutkunabildi sadece.. Yüreğinin kerpetenle söküldüğünü duyumsadı. Dayanılmaz bir pişmanlık, uçsuz bucaksız ovaları saran karanlıklar gibi bütün benliğini sardı. Elleri titriyordu. Titreyen elleriyle yavrusunun yanağını okşadı, sarıldı. Onu içine sokmaya çalışırcasına sardı. Bu manzara karşısında Saim Bey de göz yaşlarını tutamadı. O da karısının ve çocuğunun yanına yaklaşarak onları kucakladı. Uzun bir süre öylece kaldılar…

Birkaç gün sonra, sadece başının yanlarında saç kalmış takım elbiseli bir beyefendi ve kahverengi tayyör giymiş bir hanımefendi, Saim Usta’nın dükkanına geldiler.

Devlet opera ve balosunun müdürü ve müdür yardımcısıydı. Saim Ustanın ne kadar maharetli olduğunu duymuşlar; arayıp bularak Ondan tamir gerektiren enstrümanları elden geçirmesini istemişlerdi..

Saim Bey kulaklarına inanamamıştı, işte kısmet ayağına gelmiş ve yapılacak da çok iş vardı.

Ailesi için para kazanabilecekti,

Çok para,

Karısından onur kırıcı laflar işitmeyecekti,

Artık eve dönerken boş ellerle dönmeyecekti;

Yavrusunun yemeye doyamadığı pirzolaları alacak, çikolatalı pasta da götürebilecekti..

Karısına da çoktandır istediği o yeşil mantoyu alacaktı..

Heyecanın belli etmemeye çalışarak minnetle gözlerinin içlerine baktı ve  “hemen başlayayım” dedi..

Uzun boylu adam cüzdanından bir miktar para çıkardı, saydı..

Bir kısmını ayırarak ustaya uzattı,

Gerisini de tamirat bittikten sonra verecekti.

Çekinerek aldı, "iş bitince verirdiniz" demek istedi, diyemedi..

Zaten bir şey söylemesine gerek de yoktu,

Gözleri her şeyi anlatıyordu.

Beyefendi ve hanımefendi birbirlerine baktılar,

İkisi de hayatlarında yaptıkları en güzel şeyin bu olduğunu düşünüyorlardı sanki..

O gün Saim Usta, dükkanını sevinçle kapattı,

Kepenkleri indirmeyi dahi unuttu.

Önce mağazaya koştu, o mantoyu satın aldı ve güzel bir hediye paketi yaptırdı.

Oradan kasaba koştu, “Bir kilo yağsız kuzu pirzolası” dedi ve “Oğlum için” diye de ekledi,

Kasap dostça kendisine gülümsedi,

Kasabın karşısındaki tatlıcı Şevket’in dükkanına uğradı,

“Bülbül Yuvası” da aldı.

Mahalleye geldiğinde yağmur hafiften çiseliyordu,

Bir ilkyaz yağmuruydu,

Damlaları buram buram mutluluk kokuyordu,

Bir damla ayrıldı diğerlerinin arasından,

Saim Bey ile göz göze geldi,

Eğildi,

Orta yaşlı adamın kulağına fısıldadı:

“GRİ UFUKTA MAVİDİR…”

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.