Gelincikleri seviyorum, bana benzedikleri için. Rüzgara karışıp dünyaya dağıldıkları için. Özgür olmalarına rağmen, dokunulduğunda hemen solan, koparıldığın-da boynunu büken nazlı çiçek seni seviyorum.

Alev alevdir gelincik tarlaları. Çiçekçilere yolu düşmez. Mekanı tepeler, ovalar, tarlalardır. Biz yanı başına gidersek ya da önünden geçersek görebiliriz. Şehirlerin saltanatını laleye bırakıp geçip gitmiş, dağların eteklerine, nehirlerin kenarı- na, ağaçların diplerine. Öyle bir hükümranlık sürüyor ki gözümüzün gördüğü her yerde. Japonlar, gelincik için şöyle diyor: “Gelincik insan ömrü gibidir, dünü vardır, yaşamıştır. Bu günü vardır. Yaşıyordur. Ama yarını belli değildir.”

Dünyanın en sade, en asi ve en özgür çiçeği… İncecik boynu ve tül gibi yapraklarıyla tüm rüzgârlara karşı sessiz ve dalgalı olmayı tercih eden gelincik tarlalarında her zaman hafif bir rüzgar eser. Kıpkırmızı yaprakların hepsi birden dalgalı koskoca kırmızı bir deniz misali. Nefesimi tutarak izlerdim. Sahip oldukları renkten midir bilinmez, insanın içine kıpkırmızı bir heyecan, bir coşku verirler. Birden koşup aralarına girmek, hepsini toplamak gelir içimden. Keşke birisi seslense “Sakın dokunmayın!” diye. O kadar asil, naif ve kırılgan ki bükülü verir boyunları, dağılıverir yaprakları. Hemen dökülüverir yaprakları “Dokunmayın bana!” dercesine. En iyisi uzaktan seyretmektir. Uzaktan sevmek. Yeşil tarlaların içinde mavi gökyüzünün altında kırmızı rengiyle dans ederken büyülenmemek elde değil. Göz alabildiğine coşku. Açtığında papatya ile kardeş kardeş oynaşırlarmış. Biz de onları izlemeye çalışırız. Kırlara açılırız. Hayatlarına dair bir kesinlik var, topraktan ayrılınca yaşayamazlar.


Birkaç yıl önce, yol uzundu. Otobüsün cam kenarından bakıyordum. Atalarımın baktığı yerlere. Hafif bir rüzgâr gelinciklerin başını okşarken uçsuz bucaksız tarlalar gelinciklerle dalgalanıyordu. Ayçiçeği tarlaları, gelincik tarlaları etrafımızı sarmış, aralarından geçiyorduk. Bir ara yaşam molası verdik. Ay çiçekleri ve demet demet gelincik toplamaya başladık. Uzaktan huzur veren bir keman sesi geliyordu. Hayatta olmayan yakınlarıma götüren bir sesti. Hüzünlü yıkık ve terk edilmişliği anlatıyordu. Durdum dinledim Farid Farjad Gelinciğin Hüznü’nü. ”Keman çalanların ömrü az olurmuş.” derler. Dinlerken insani alıp başka yerlere götüren müziğin tam anlamıyla hakkını sonuna kadar veren ender insanlardan, kemanı ağlatan Farid Farjad’i o günden sonra hep dinledim.
Dinledikçe, başka bir alemde hissederim kendimi. Tüm dünya dinlese yerküreye barış gelir miydi?

Gelincik efsanesi

Gelincik isminin geleneksel Türk gelinliklerinin kırmızı olmasından geldiğini biliyor muydunuz? Kırmızı gelincikler küçük bir gelin olarak görülür ve bir bölgede çok asker ölürse o bölgede gelincik çiçeğinin biteceğine inanılırmış. Gelincikler I. Dünya Savaşının da en önemli sembollerindendir.
Özellikle nisan ve mayıs aylarında sıkça görebildiğimiz daha çok kırlarda, çayırlarda bulunan narin çiçek, çocukluğumun en güzel simgelerdendir. Küçükken gelinciklerden gelin yapardık. Açılmamış bir gelinciği açarak eteğini yapıp, kafasına da solmuş bir gelinciğin sapını takardık. Düşünmezdik canı acıyor mu?
Sonra duydum ki; koparılmasının intikamı olarak giysilerde kırmızı bir leke bırakırmış. Gelincik koparıldığında ilk basta beyaz olan kanı leke yapıyor. Benim için gelincik tarlaları da en az papatya tarlaları kadar çekicidir. Saçma sapan bir yerde rastlayabilirsiniz bir tane gelinciğe.
Ayrıca ne der şarkı? “Yeşilin ortasında gelincik gibi inceleşti yabancılaştı…”
Edip Cansever’in dizelerinden mırıldandığım şiirdir gelincik.
….
“Yeter ki görünsün gelincikler
Önce tek tek görünsün sonra topluca
Usta bir doğramacı gibi kırmızılar doğrar kasaba
gelincikler indi mi çayırlardan ..”


Gelincikler mayıs ayında Anneler Gününde açar.
Pek bilindik bir Monet tablosunun ilhamıdır, Claude Monet’in gözümün önünden hiç gitmeyen “Gelincik Tarlası” isimli tablosu yer etmiştir hafızamda. Annemi çağrıştırır bu tablo. Doğasında özgürlüğü barındıran gelincikler, tıkılmak istemezler vazolara, zorlamayın, esarete ölümü tercih ederler. Cansız hayatın bir parçası olmak için acele ederler. Bir yandan ince, naif, zarif… Bir yandan nasıl hırçın, dik başlı… Bir arada, bu kadar muntazam bir uyumla bulunamayacak özellikleri gözler önüne seren tek çiçek sanırım. Kadın denilen varlığın nasıl olması gerektiğini öğretiyor, gösteriyor işte…
Ve… Gelincik çiçeklerini çok severim. Tüm gelinciklerle sevgimi yolluyorum sizlerin kabulüne. Tek başına koca bir boş otlağa, bir kaldırım taşına, bir tepeye anlam verebilen kan rengi çiçeğe teşekkürler.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.