Rukiye Hanım, neredeyse burnunun ucuna düşen yakın gözlüğünün üzerinden, gürültücü sesler çıkartan duvar saatine göz atmıştı. Yetmiş yaşlarında, yuvarlak yüzlü ve beyaz tenli kadın, karşıki ikili koltukta oturan ve moda dergilerine adeta göz kırpmadan bakan gelini Mürşide’ye ezile büzüle:

-Kızım, ilacımın vakti geldi. Sana zahmet, getirebilir misin?.. demişti.

Demişti demesine lakin söylediğine söyleyeceğine bin pişman olmuştu. Uzun boylu, nemrut suratlı gelini bu sözü duyar duymaz sinirlenmiş ve elindeki parlak renkli moda dergisini hışımla koltuğa fırlatıvermişti. Rukiye Hanım, gelini Mürşide’nin kendisine hizmet etmeyi hiç sevmediğini ve hatta bundan nefret ettiğini bilmesine rağmen yine de bunu yapmak zorundaydı. Çünkü yaşlı kadının belden aşağısı tutmuyordu. Böyle olmasaydı Ondan bir şey ister miydi hiç.. İstemezdi elbet…

Gelin, kayınvalidesine kızgın bir bakış fırlattı önce. Rukiye Hanım, sanki o utanılması gereken bir şey yapmış gibi başını hafifçe öne eğmişti. Bir şey söylese daha iyiydi. O bir şey demediği için, Mürşide daha da pervasızlaşmış ve zerre kadın utanmadan eski bir İstanbul Hanımefendisi olduğu vücut diline yansıyan kadıncağıza: “Bıktım senin ilacından da senden de.. Yeter artık, ömrüm sana hizmet etmekle geçiyor.. Gençliğimi yedin.." diye bağırmıştı.

Aslında kazın ayağı hiç de öyle değildi; daha iki yıl öncesine kadar Rukiye Hanım’ın belden aşağısı tutmaktaydı. Temiz kalbi, bakışlarına sirayet eden yaşlı kadın, evin tüm işlerini çekip çevirmekteydi. Torunlarının bakımı, yemek, bulaşık, çamaşır velhasıl hemen her şeyi o yapmaktaydı. Kocasını on yıl önce kaybetmişti. Kıbrıs savaşı gazisiydi beyi. Büyük oğlu Gürkan, babasının vefatından sonra annesinin evde yalnız yaşamasına razı olmamıştı. Anneciğinin tüm olmazlarına karşın Onu alıp kendi evine getirmişti. Gürkan; aileden görmüş olduğu terbiyeyle, herkese karşı iyi niyetli, alçak gönüllü bir adamdı. Lakin karısı Mürşide, kocasının karakterinin tam tersine geçimsiz, insanlara tepeden bakan bir kadındı. Kayınvalidesinin o ilk acılı günlerinde bile, kocası ona bundan sonra annesinin kendileriyle yaşayacağını söyler söylemez suratını asmıştı. Zavallı Rukiye Hanım, bu durumda kocasının vefatına mı yoksa bu kendini bilmez gelinin terbiyesizce davranışlarına mı üzülsün bilemiyordu. Aradan yıllar geçmiş, huylu huyundan vazgeçmemiş, huysuz kadın, oğlu olmadığı zamanlarda kayınvalidesine kaşıyla gözüyle tavırlar koyuyor; çoğu zaman da bununla yetinmiyor ve çaresiz kadına dakikalarca bağırıyordu. Ve ne acıdır ki, son zamanlarda ilacını verirken, koltuğunda oturan Rukiye Hanım’ı itekler ve felçli kadının canını fena halde acıtır olmuştu. Emekli öğretmen Rukiye Hanım, gelininin ruhundaki dalgalanmaları çözmüştü. Ailesinden ne görüyorsa aynısını yapmaktaydı; bundan hiç şüphesi yoktu. Lakin kendisine yapılanlar gene de hanımefendinin zoruna gidiyordu. O bunların hiçbirini hak etmiyordu. Herkesi seviyor ve herkese güleryüzlü davranıyordu. Emekli maaşını da oğluna veriyordu. Böylelikle evin geçimine de büyük katkı sağlıyordu. Lakin o bir kayınvalideydi (!) ..

Mürşide, leylek bacaklarını andıran bacaklarıyla, söylene söylene mutfağa geçmiş ve buzdolabından Rukiye Hanım’ın ilacını almıştı. Sinirinden buzdolabının kapısını o kadar hızla kapatmıştı ki, buzdolabı canlı olsa, acıdan kolay kolay kendine gelemezdi. Bardağa su doldururken de söylenmeye devam ediyordu. Gittiğinden daha çabuk bir şekilde gelmişti içeriye. Bir pisliğe bakarcasına baktı emekli öğretmene. İlacı ve suyu bir köpeğe yem atarcasına yan tarafta olan biteni ibretle izleyen çiçek işlemeli ve yeni vernikli sehpanın üzerine fırlatmıştı. Duygusuz kadın, ilacı tabletten çıkarmamıştı bile. Tablet sehpanın üzerindeydi.. Gene iteklemişti, kolunun arkasına çimdik de atmıştı. Canının acısıyla bir anda göz pınarları dolmuştu kadersiz kadının. Daha sonra, bu yaşlar Rukiye Hanım’ın gözlerinden yaşlar boşanmıştı..

Mürşide o kadar katı kalpli bir kadındı ki kayınvalidesinin ağladığını görmesine rağmen bunu hiç umursamamıştı. Uzun bacaklarıyla atıverdi kendini koltuğa. Ve o moda dergilerinden birini alarak sayfalarını çevirmeye başlamıştı.. O esnada, canının acısı azalan Rukiye Hanım, binbir zorlukla önce ilaç tabletini ardından da, üstünkörü yıkanmış olduğu belli olan lekeli su bardağını aldı. Canının acısı geçmişti; zaten bunu umursamıyordu da. Ancak maruz kaldığı davranışlar yüreğini kanatmaktaydı. Zar zor içti ilacını. Böyle zamanlarda Allah'tan canını almasını isterdi. Ölmek bile, bu kendini bilmezin bitmek tükenmek bilmeyen hakaretlerini duymaktan iyiydi.. Birkaç damla gözyaşı daha indi kadının feri gitmiş boncuk mavisi gözlerinden…

Oğluna ve torunlarına yaşadığı ıstırabı hiç belli etmiyordu. Onlara bir söylese işte o zaman görecekti Allahtan korkmayan kuldan utanmayan gelini gününü. Onlar annelerini ve babaannelerini yere göğe sığdıramazlardı. İşte bunun içindir ki düşünceli kadın, Onların da huzurlarının kaçmasını istemiyordu. Üstüne üstlük söylese bile; onlar evde yokken ne olacaktı; karşı karşıya kaldığı işkence daha çok artacaktı. İşte bu yüzden Rukiye Hanım, her şeyi sineye çekiyordu…

Mürşide sinirli olduğu kadar da kurnazdı. Çocukları okuldan, kocası işten eve geldiğinde maskesini değiştirir ve kayınvalidesine müşfik bir gelin gibi davranırdı. Rukiye Hanım, gelini böyle yaptığı zaman onun gözlerinin içine içine bakardı lakin Mürşide oralı bile olmazdı…

O akşam, yemeği yeni yemişlerdi. Yemek sonrasında çaylar içilirken zil sesi kesik kesik üç kez çaldı. Gürkan Bey’in bu sesi duyar duymaz göz bebekleri parlamıştı. Zira zilin bu şekilde çalınmış olması yalnızca bir şeyi gösterebilirdi: Abisi Kemalettin’in gelmiş olduğunu.. Ancak bunun mümkünatı yoktu. Çünkü o ailesiyle birlikte Almanya’da yaşıyordu. Zaman zaman Türkiye’ye gelirlerdi ama geleceklerini önceden haber verirlerdi. Gene de böyle bir ihtimalin olması, o an için bile olsa ailede herkesin çok mutlu olmasına yetmişti…

Gürkan Bey, kapıyı kendisi açmıştı; abisi, yengesi ve yeğenleri karşısında durmaktaydılar. Kemalettin Bey, çok şen ve şakacı bir adamdı. Kendilerine şaşkınlıkla bakan aile üyelerinin bu halini görünce onlara: “Haber verseydik, belki de bu akşam evde olmazdınız..” diye takılmaktan geri kalmamıştı. Söylediği kadar komik yüz ifadesi de herkesin gülmesine sebep olmuştu…

Kemalettin Bey, karısı Muazzez Hanım, çocukları Pelin ve Tezcan; önce Rukiye Hanım’a sevgiyle sarılmışlardı. O esnada Rukiye Hanım’ın neşesi ise anlatılır gibi değildi. Uzun zamandır yaşlı kadının yüzüne yerleşen keder bile defolup gitmiş gibiydi. Muazzez Hanım, eltisi Mürşide gibi değildi. Kayınvalidesini annesi gibi severdi ve adeta onun gözlerinin içine bakardı. Yine öyle yapıyordu. Bunu gören Mürşide’nin yüzü ise kıskançlıktan renkten renge giriyordu. Lakin o bunu belli etmemeye çalışıyordu…

Sohbet koyulaşmıştı. Derken, gür siyah saçlı Kemalettin Bey, emekli olduğunu ve Türkiye’ye kesin dönüş yaptıklarını heyecanla söylemişti. Emekli ikramiyesiyle burada bir iş kuracaktı kendine. Bu haberi duyar duymaz herkes çok mutlu olmuştu. Çünkü Kemalettin Bey ve ailesi çok sevilirlerdi. Aynı anda, orta yaşlı ve kısa boylu Muazzez Hanım, aniden kayınvalidesine dönerek ve Onun sırtını sıvazlayarak şöyle dedi:

-Anacığım yıllardır sana yalvarıyorduk Almanya’ya yanımıza gel diye. Gelmiyordun; bak artık mazeretin de kalmadı. Bundan sonra bizimle kalacaksın. Bilesin..

Kısa bir süre sonra, Rukiye Hanım’ın birbirinden güzel torunları da, biri, bir yandan, diğeri, öbür yandan babaannelerine sarılıyorlar, türlü hokkabazlıklar yapıyorlar ve bu tekliften duydukları mutluluğu göstermek için ardı arkasına: “Yuppii” diye bağırıyorlardı…

Rukiye Hanım’ın üç bavuldan oluşan eşyaları oğlu Kemalettin’in parlak mavi arabasının bagajına konulurken göz göze gelmişti Rukiye Hanım ve Mürşide,

Yaşlı kadının delici bakışları, adeta küçük gelininin ciğerini söküp çıkarmaktaydı,

Utanmıştı,

Kayınvalidesini yolcu etmek için ona sarılırken, belki de ömrü hayatında ilk kez yaptıklarından utanıyordu…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Fulya Anadolu Üniversitesi 6 yıl önce

Yine cok guzel bir hikaye.Çok sagolun Melih bey.

Misafir Avatar
Melih Uludağ 6 yıl önce @Fulya Anadolu Üniversitesi

Çok teşekkür ediyorum Fulya Hanım.

Beğenmedim! (0)