Dalgalı, sarı saçlı çocuk, yavaşça gözlerini açtı. Kendini yorgun hissediyordu. Oysa ki geç de yatmamıştı. Yatağında doğruldu. Tatlı tatlı gerindi. Babası kalkmıştı. Yatağından kalktı. Mavi terliklerini giydi. Babası yatağını düzeltmeden çıkmıştı. Kendisi böyle yapmamalıydı zira annesi Refika Hanım; ona her zaman düzenli olması gerektiğini söylerdi. 8 yaşındaki Ömer’in annesi, o an yanında değildi. Lakin annesinin, Bursa’da da olsa kendisini izlediğinden emindi. Annesi aklına gelince, yeşil-siyah pijamasının üst cebinden annesinin, babasının ve kendisinin bulunduğu hayli sararmış bir fotoğrafı çıkardı. Refika Hanım adeta yanındaymış gibi anneciğini öptü. Gözleri mutlulukla ışıldadı. Sevinçle yatağını düzeltti. Ağır adımlarla yatak odasının tahtası aşınmış kapısına yöneldi. Kapı azıcık aralıktı. İçeriden gelen sesleri duydu. Önceleri yüksek olmayan sesler, daha sonra tartışmaya dönüştü. Ömer, içeriye girmemeye karar verdi. Kapının arkasına gizlendi. Aradan baktı. Dedesi Kamil Bey, babaannesi Raşide Hanım, babası Cemal Bey ve amcası Kemalettin Bey’i gördü. Kamil Bey ve Raşide Hanım hiç durmadan konuşuyorlardı. Ama en çok da babaannesinin sesini duyuyordu. En son gene o konuştu:

-Sen de erkek olacaksın. Karına bir sözünü geçirip de, onun bileziklerini getiremedin. Sanki biz ondan bilezikleri bize hibe etmesini istedik. Ev alacağız. Biraz yardım etse günaha mı girer ?.. Ahh, kabahat onda değil ki.. Sende, onu buraya bile getiremiyorsun. Oğlunla birlikte kuyruğunuzu altınıza alıyor, buraya geliyorsunuz…

Elmacık kemikleri çıkık, orta boylu Cemal Bey, annesine yönelerek:

-Ne yapayım ana. Zorla alacak değilim ya.. diye seslendi.

Bu cevabın üzerine, kapının karşısındaki sedirde bağdaş kurarak oturmuş olan Kamil Bey, kalın mercekli gözlüğünün üzerinden düşmana bakarmış gibi bakarak homurdandı adeta:

-Anan yerden göğe kadar haklı. Sen, evin reisi olabilseydin; karını kolundan tuttuğun gibi buraya getirirdin; istemese bile, bileziklerini verirdi. Sünepe seni…

Cemal Bey, hiçbir şey demedi. Başını önüne eğdi. Adeta bir suçlu gibi öylece kaldı. Küçüklüğünden beri itilip kakılmıştı. Bu, onun üzerinde öyle büyük bir etki bırakmıştı ki, evli ve çocuklu bir adam olmasına rağmen anne ve babasına karşı durmak ona zor geliyordu. Abisi Kemalettin Bey, ilk çocuk olduğu için onun yeri farklıydı. Ne derse hemen yapılırdı.. Konuşulanlara birebir şahit olan Ömer’in, babasının, kendisi ve karısı için söylenenlere karşılık vermemesi; hele hele anneciğini savunmaması küçük çocuğun çok zoruna gitti. Boğazına bir şeyler düğümlendi. Lakin tüm gücünü toplayarak konuşulanları dinlemeye devam etti. O esnada amcasının sesini duydu:

-Ana, yengeme haksızlık yapıyorsunuz. İki yıl önce kadıncağızın; düğünde takılan iki bileziğini almadınız mı sıkıştık diye. Sonra babam ne yaptı. O bilezikleri bozdurdu, bankaya yatırdı. Faizini aldı. Hem de vicdanı hiç sızlamadan. Şimdi ondan, ev alacağız diye kalan bileziklerini istiyorsunuz. Alamayınca da sinirden deliye dönüyorsunuz. Aferin aslan yengeme ne güzel de yapıyor…

Kamil Bey ve Raşide Hanım, torpido yemiş savaş gemisi gibi yara aldılar. Onun, gelinleri Refika’yı annesi gibi çok sevdiğini bilirlerdi. Kemalettin Bey, akademiyi Bursa’da bitirmişti. Bu süre içinde de abisiyle ve yengesiyle birlikte kalmıştı. Yengesi de onu kendi çocuğu gibi severdi.. Lakin Kamil Bey ve Raşide Hanım, gene de büyük oğullarından böyle sert bir cevap beklemiyorlardı.. Bütün bunlar yaşanırken ne acıdır ki, Cemal Bey’in ağzını bıçak açmıyordu. Kemalettin Bey, kardeşinden, anne ve babasına karşı bir tepki bekliyordu. O ise sustu ve öylece kaldı.. Kemalettin Bey, kardeşine bu kez kızgınlıkla baktı…

Raşide Hanım, o hırıltılı sesiyle Cemal Bey’e bağırmaya başlamıştı ki; Ömer, adeta yayından fırlayan bir ok gibi fırlayarak içeriye hışımla daldı. Dakikalardır aşağılanan anneciği için söylenenlere daha fazla dayanamamıştı. Babasının basiretsizliği de çok ağrına gitmişti. O babasının yerinde olsa, anneciğine böyle söylenmesine asla izin vermezdi. Hiçbir şey söylemeyen babası, her geçen dakika gözünde daha fazla değer kaybediyordu. Bir Efe gibi dedesinin yanına gitti. Ellerini beline koydu ve içlenmiş bir çocuğun yürekleri darmadağın eden ses tonuyla;  

- Benim anneciğim hakkında böyle konuşamazsınız. O benim canımdır…

Sonra babaannesine döndü ve aynı efe tavrıyla;  
-Duydunuz değil mi. Anneme bir şey diyemezsiniz…

Küçük çocuk, annesinin niye buraya gelmediğini şimdi çok iyi anlamıştı. Dedesi de, babaannesi de geçimsiz insanlardı ve anneciğinin ev almak için sakladığı bileziklere göz koymuşlardı. Ne de iyi yapmıştı gelmemekle…

Ömer’in annesi Refika Hanım’a toz kondurmayışı ve Onu tüm kalbiyle savunması, yaşlı adama ve yaşlı kadına geri adım attırdı. Babaannesi sandalyeden kalktı. Ağlayan çocuğun yanına yaklaştı. Ona sarılmaya çalıştı. Mangal gibi yüreği olan Ömer, babaannesinin kollarını havada bıraktı ve koşarak ondan uzaklaştı…

Vakit akşama yakındı. Ömer annesini zaten çok özlemişti. Üstüne bir de yaşanan bu olay eklenince annesine olan özlemi büyüdü, çağlayan oldu, nehir oldu, deniz oldu, umman oldu Küçük çocuk, artık bu özleme dayanamadığını hissetti. Bahçede oturmakta olan babasının yanına yaklaştı. Onun boynuna sarıldı; ne de olsa babasıydı.. Ona yönelerek;

-Baba, anneciğimi çok özledim. Ne olur bugün beni Bursa’ya Ona götür. Lütfen babacım…

Cemal Bey, oğlunu çok severdi. Onun bir dediğini iki etmezdi. O gün, küçük çocuğun yaşadığı yıkımın da etkisiyle, önce beyaz yanağından öptü ve olabildiğince sempatik bir tavırla;  

-Peki küçük adam. Haydi şimdi odamıza gidelim, bavulumuzu hazırlayalım. Yalnız, Bursa otobüsüne yetişmek için çok fazla vaktimiz yok…

Sevdayla bavullarını topladılar. Ömer, babasının, dedesinden ve babaannesinden çekinerek, kendisine olumsuz bir cevap vereceğini düşünmüştü. Babasından aldığı bu güzel cevap ise onu belki de dünyanın en mutlu çocuğu yapmıştı.. O gün yaşananlar, Cemal Bey’in de çok zoruna gitmişti. Artık kararını vermişti. Karşısındakiler annesi ve babası da olsa, bundan böyle karısına söz söyletmeyecekti. Kamil Bey ve Raşide Hanım, oğullarına ve torunlarına; “Durun nereye gidiyorsunuz.." bile dememişlerdi. Yandan yandan önce bavullara baktılar. Sonra dudaklarını bükerek, baba-oğula baktılar. Kemalettin Bey, ise hala, kardeşinden okkalı bir şeyler söylemesini bekliyordu. Bu arada Ömer, amcasıyla göz göze geldi. Amca-yeğen birbirlerini çok severlerdi. Kemalettin Bey, muzip muzip bakarak, yürekli yeğenine göz kırptı. Ömer de aynı muzip bakışlarla bakarak amcasına göz kırptı…

Cemal Bey, ayağa kalktı, bavullara doğru yöneldi. Ardından Ömer kalktı. Kamil Bey ve Raşide Hanım onlara sırtlarını döndü. Cemal Bey, belki de yüzyıllar öncesinden yapması gereken şeyi yaptı ve kafasını çevirmeden:

-Bir daha karım hakkında kötü bir şey söylerseniz; ne benim ne de Ömer’in yüzünü göremezsiniz… dedi.

Ömer babasının yüzüne baktı,

Küçük çocuğun gözleri parıldıyordu,

Göz göze geldiler,

Birbirlerine göz kırptılar,

Ömer’i ve babasını Ankara’dan Bursa’ya götürecek otobüs eskiydi,

Lakin o otobüs, sevgi dolu çocuğun gözüne yepyeni bir uçak gibi göründü,

Uçağın kendisine gülümsediğini gördü,

O da gülümsedi..

Ömer cam kenarına oturdu,

Hareket etti otobüs,

Çocuğun kalbi bir kuş oldu,

Kanatlandı,

Sivrihisar’ı geçtiler,

Adı gibi sivri dağlar,

Karanlıkta hayaller diyarının kralları gibi gözüküyorlardı..

Kedi gözlerine bayılırdı Ömer,

Hele otobüs hızla giderken onlar nasıl da yaklaşırdı,

Ömer, gecenin ürkütmeyen karanlığında her kedi gözünün yüzünde, başka başka hayal kahramanlarını görüyordu,

Kimisi Ömer’e nanik yapıyor, kimisi de dil çıkarıyordu,

Eskişehir’e geldiler;

Şehrin çıkışında, yolun sağında ve solunda bulunan güler yüzlü ağaçlar kendilerine el sallıyorlardı,

Tam ağaçların arasından çıkıyorlardı ki;

Neşeli bir ağacın kendisine; “Güle güle Ömer. Annen seni görünce çok sevinecek” diye fısıldadığını duydu,

Ağaç, Ömer yola çıkmadan önce ışıklarla donatmış olmalıydı kendisini,

Bütün ışıkları yandı,

Her renkten..

Mezitlere geldiler,

Çocuk, Mezitlerin sayısını babasından daha önce öğrenmişti,

Saymaya başladı,

Mezit-9, Mezit-8, Mezit-7, Mezit-6, Mezit-5, Mezit-4, Mezit-3, Mezit-2 ve Mezit-1,

İnegöl’e geldiler..

Kilometreler eridikçe Ömer’in anneciğine olan özlemi katmerleniyordu,

Babasının başına koydu başını küçük adam,

Öylece baktı; kendisi için güneşli bir günden farkı kalmayan gecenin zifiri karanlığına,

Anlatılmaz güzellikteki kuş sesli kapı zilini çaldı Ömer,

Anneciği uykulu gözlerle açtı kapıyı,

Refika Hanım’ın gözünde muhteşem bir ışıltı belirdi,

Büyüdü,

Evreni kapladı,

Ana-oğul sarıldılar,

Birbirlerini kokladılar,

Zamanın durmaktan başka bir şansı yoktu,

Durdu…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.