Hiç mahpusa düştünüz mü? Ben düştüm.

Şu aralar kader mahkumları için af gündemde.

Bahçeli reis bastırdıkça bastırıyor.

Ve hangi kader mahkumları?..

.

Dünyada iki yer var birincisi rahmetli Neşet Ertaş’ın dediği gibi “topraksız taşsız mezarlara gömülenler” ki kalbinize gömdükleriniz.. İkincisi de “asıl kader mahkumları” ki insanları psikiyatri polikliniklerine mahkum ederler.

Oda arkadaşım abladan başlayım anlatmaya, Adı Özlem; 52 yaşında kızları, oğlu var, evi var, barkı var, tarlası tapanı var. Ellerini istemsizce bir yerlere çarpmaya çırpınmaya başlayınca kliniğe yatırmışlar.

Günlerce yemeden içmeden kesilmiş. Mavi gözleri donuk, soluk elinde teşbih, dilinde kim bilir hangi dua.. Her şeyi olan, sevgi yoksunu Özlem abla ve sevmeden sevilmeden görev misali geçen bir ömür.. Başını zaman zaman omzuma yaslayıp ağlayan, elimi buz gibi elleriyle tutup “ben neden böyle oldum” diyen Özlem ablaya “çok güzelsin, yazman çok yakışmış abla” dedim, donuk gözlerinde yıldızlar parıldadı.

Adı Cengiz; 40-45 yaşlarında, klinikte yumuşak oda denen, her tarafı süngerle kaplı, minik bir pencereden kurt adam gibi, sakalla kaplı 32 dişiyle sırıtan suratını aniden görünce çok korkmuştum. İki günde bir beynine elektroşok veriyorlarmış, geçmişe dair hafızasında kalan acı veren şeyler silinsin diye, kendi istemiş. Dikkatimi çeken kollarındaki derin ameliyat izleri oldu çok da ağrı çekiyordu, sadece ruhen değil fizikken de bir sürü platinde takılmış. Başka neresinde, ne izler kalmış bilmiyorum, gerçi daha ne kalsın ? Üstünden bile bile traktör geçirip ezmişler. 3,5 seneye mahkum edilmiş yapan kişi! Ya Cengiz ? Ömür boyu mahkum; acıları dinsin diye aldığı ilaçlara, girdiği elektroşoklara mahkum Cengiz..

Adı Melis Serap; 26 yaşında üniversite 3. sınıf öğrencisi su gibi, boylu boslu; ilk onun gözlerini görmüştüm, zombiler gibi yürürken, bal rengi donuk gözlerini.. Batman’da okuyormuş. Çocuğu deli etmişler; sen neden buraya geldin, neden kendi bölgende bir yer yazmadın? diye . “Staj yaptığım yerde bir kız sen nerelisin? dedi bana; ben de ne yapacaksın nereli olduğumu dedim..” diyor. Sonra buna “paramı çaldın” diye iftira atmış gözleşmiş, “ben kimsenin etlisine sütlüsüne karışmam abla, kimsenin hiç bir şeyinde gözüm kalmaz, bana o*sp* dedi abla. Günlerce kulağıma sesler geldi o*r*sp* dediler hep abla, ben çıkar mıyım abla? Ben çok emek verdim bir yılım kaldı. Doktorum bana dondur diyor. Ben okulumu bitirmek istiyorum..” diye ellerime yapışıp ağladı. Bu arada Burhaniye’ye yatay geçiş yapmış. Annesini de bir yıl evvel kaybedince, genç kızımız kendini psikiyatri kliniğinin kapalı kapılar ardında bulmuş. İçeri makyaj malzemesi, ayna vs almıyorlar, sırf o kırmızı oje seviyor diye gizliden soktum içeriye, çocuk gibi sevindi. Arada bi kulaklarının ağır duyduğu yaşlı babası ve tek kardeşi olan erkek kardeşinin ziyarete geldiği arada İzmir’deki teyzesinin aradığı Serap Melis..

Adı Adnan; 25 yaşında, ailenin tek çocuğu Adnan.. Onu ilk gördüğümde başını yerden kaldırmadan yürüyordu. Yemek bittikten sonra masaları silip düzenleyip, çıkıp ya koltuklarda pineklenen yerlere, ya odasına gidiyordu. Küçük oğlum gibi Karagözlü Adnan, fidan boylu Adnan; yanlış arkadaş çevresinden ota çöpe bulaşmış Adnan.. Çok şey konuştuk Adnan ile ergen dönemlerinde bi kızı çok sevmiş. Amasya’lı bir kızı, ayrılmış kız bundan onun acısını halâ unutmamış. “Abla her yerde hatırası karşıma çıkıyor bi şekilde kurtulamıyorum” dedi benim de Amasya’lı olduğumu öğrenince; gülüştük Sonra.. “Abla utanıyorum artık annemden babamdan, onların hâlâ bana harçlık vermesinden” diyen Adnan bi karar vermiş. Önce bıraktığı liseyi dışardan bitirmiş. Sonra üniversite sınavına girmiş, “iki yıllıkta olsa yazıp gidecem” dedi .İlk tercihi aşçılık, olmadı turizm otelcilik yapacakmış. “Çevremin değişmesi lazım abla” dedi her gün getirdiği kitapları okuyan Adnan. Kaderin mahkum ettiği Adnan hürriyetine kavuşacaktı, o inanmıştı bende inandım.

Adı Gülsün; belli ki gülmemişti adı Gülsün olan; oda arkadaşlarımdan olan hanım, gece lavaboya kalkınca üzerime düşen, geri döndüğünde aklına gelen, defalarca özür dileyen, iki gün kolumun çok ciddi derecede ağrımasına neden olan, yarı uyuk yarı uyanık, sarhoş gibi gezen, ayağında şalvar kafasında keçik türü bağlı, mor yazmalı Gülsün.. Kafasını yere vurup ölebilirdi de L (Gerçi ondan sonra bende düştüm ama sabahtı; her yerde gece görüşlü kamera olduğu için hemşire koşa koşa gelmişti) hikayesini bilemeden taburcu oldu çıktı. İnşallah arada bir de olsa güler artık.

Adı Gülizar; yaş 25.. Bir oğlu var 7 yaşında, bileklerini kesmiş. Sosyal medya yüzünden karmaşık yaşanan ilişkiler. Önce kocası aldatmış sonra bu intikam almak için işyerinde iki kişi ile bir nevi gönül ilişkisi kurmuş, tabi her şey ortaya dökülünce, erkeğin elinin kiri olan şey kadının kanının akmasına sebep ve bunlara şahit olan 7 yaşında bir oğlan çocuğu.. Annesi kan dolu bir küvette bulunan ve zihinden ölene kadar silinmeyecek bir görüntü.. Çok üzücü durumlar, felaketler..

Adı Pınar; 33 yaşında, yüzü bebek gibi 1.50 boylarında, 13 senelik evli Pınar eşi ile 10 defa parka bile gitmemiş. Yatağı hep ayrı serilmiş, defalarca aldatılmış. Sevdiği insanın peşine düşüp kaçan, 11 yaşında bir kız çocuğu doğuran Pınar.. Ataklar geçiren Pınar sevgiye hasret, merhamete, şefkate muhtaç Pınar. Babası kumarbaz, lakabı poker Ahmet’miş, “bi kafesten kurtulayım” derken çamura bulanan, sevgi kıtlığında yaşayamayan, Allah’a sığınıp ayakta durmaya çalışan Pınar. Allah ferah kapıları açsın.

Adı Murat; benim hep bilinçsizce Burak diye hitap ettiğim, sarışın, yeşil gözlü 30 yaşlarında, oda Adnan gibi gözleri ayak ucunda yürüyen, Almanya’dan halasının yanına gelen. Tam iş bulmuşken halasının gayrimeşru ilişkisini öğrenince sokağa atılan, günlerce sokakta kalan, tinerciler tarafından yüzünden bıçaklanan, bir vakit namazını geçirmeyen Almancı Murat.. Sonra kapalı kapılar ardında yutturulan bir avuç ilaç ile uyuşturulan hepimizden biri.. “Oğlum yerine sana sarılabilir miyim bir kere?..” dediğimde, ürkek ürkek bana sarılan, terbiyeli az ve öz konuşan asil çocuk Murat..

Daha hangi birini anlatayım ki ? Finali Fatih abi ile yapayım. Herkesten, her şeyden uzak duran, köşe başlarına çekilip; bazen sesli, bazen sessiz saatlerce ağlayan, küçümen boylu saçı sakalı birbirine girmiş Fatih abi; Kaç yaşlarında bilmiyorum. Arada gidip ona yakın yerlerde oturmaya başladım. Sonra konuşturmaya çalıştım. “Nasılsın abi?..” Dedim.. Elini boş ver gibisine salladı.. “Çocuk var mı abi?..” dedim, eliyle işaret edip “üç tane” dedi. “İsimleri ne?..” dedim “Mustafa, Hafize” dedi, öbür oğlunun ismini hatırlayamadı, ya da hatırlamak istemedi. Kızlar babalarına çok düşkün olur dedim. “Cık” dedi kafasını yukarı sallayarak. “Sevmiyor beni” dedi, sustum kaldım. Gün geçtikçe kötüledi Fatih abi, yemeğini hemşire getirdi koydu masaya “bunların hepsi bitecek, yediğinden emin olun” dedi bize tembihleyip gitti. Zavallı Fatih abi, elini kaldırıp, gözünü açamıyorken yemeğini nasıl yiyebilsin? Zaten yemeğimin yarısından fazlasını çöpe attığım tabldot önümde kaldı. “Abi ben yedireyim mi yemeğini” dedim. Kaşığını bana uzattı zor zahmet. Boğazım düğüm düğüm, çocuk gibi ağzına, sakallarına bulaşanları silerek yemeğini yedirdim. Sonra saçlarını okşadım “aferin abi hepsini yedin bitirdin bak” dedim. 3 yaşındaki çocuk gibi kafasını salladı ve sendeleyerek odasına yöneldi.. Herkes yemeğini yedi, ben komple çöpe attım. Sonra Fatih abi kendine gelmeye başladı; çay kahve içmeye, gün be gün insanlarla iki üç kelime etmeye, aynı yerde televizyon izlemeye başladı. Spor bisikletine binmeye çalışıyordu bir gün, ayaklarını koydurdum. Adnan gördü “abla inanmıyorum, sen insani hayata dönderirsin” dedi. Bilmiyordu Butimar gibi koca bi denizin kıyısında, öylece kala kalıp beklediğini ablasının.

Yazacak çok şey var. Olayın özeti ne biliyor musunuz? İnsanları oraya düşüren kişilerin iki dünyada da yatacak yeri yok.. Gerçekten yok!..

Bunlar üç haftalık bir hastane serüveninden gözlemlerim. Yani magazin arayanlar bu yazımı hiç okumasınlar. Kendi eteklerinin altında bir yığın magazin bulabilirler. Hayatin gerçek kesitinden küçük gibi görünen, fakat koca koca hayatlardan yitip giden, ruhları yaralanan ağır darbe alan insanlar. Geri kalanları siz tahayyül edin artık; tabi bunu yapacak güç beceri ve inancınız varsa? Beni soracak olursanız “delidir ne yapsa yeridir..” Bakarsınız bir günde saraylardan seslenirim size belli mi olur (:

YAZININ DİBİ: Bir psikiyatrist der ki; “Bize hiçbir zaman gerçek hastalar gelmez. Gerçek hastaların, hasta ettikleri gelir..” Ve yine en çok sevdiğim yazar Dostoyevski’nin bir sözü ile noktalayayım yazımı; “Dante Cehennemi anlayamamış dostum. Cehennem ümitlerin susması, Cehennem haykıramamak, ağlayamamak. Cehennem çöl değil, kuyu; sularında yıldızlar parıldamayan kör bir kuyu cehennem. Çölde yıldızlar konuşur, rüzgar konuşur…”

Sevilen bir sesin, seven bir sesin sıcaklığı bütün bu soğuk düşünceleri dağıtabilir, nerede o ses?..

NOT; Bizim saat başı olsun, sigara saatimizde olsun sigara içmemiz için sesleyen, hizmetimizi yapan, her türlü emeğini esirgemeyen hasta bakıcısından, hemşire ve doktorlarına kadar tüm sağlık çalışanlarına teşekkür ve minnetlerimi sunarken; sağlık çalışanlarına yapılan her türlü şiddeti esefle kınıyorum. Çok sayın meclisteki politikacı, milletin vekillerinden bu sıkıntılarla ilgili acil çözümler üretmelerini rica ediyorum..

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.