İnce yüzlü yaşlı adam, pencereye yüzünü dayadı. Yağmur şiddetini arttırıyordu. Sokak lambasının dermansız ışığı altında yağmur damlaları neredeyse birbirlerine karışıyorlardı. Bir yıla yakın bir süredir huzurevinde kalmakta olan emekli memur Günhan Bey, derin derin içini çekti. Yüzüne tarifsiz bir keder çöreklendi. Başını camdan içeriye çevirdi. Yatağına oturdu. Yanındaki lacivert renkli albümü aldı. İncecik parmaklarıyla albümü açtı. İlk fotoğrafa baktı. Fotoğraf siyah-beyazdı. Fotoğrafta kendisinin gençlik hali, çok sevdiği karısı Müzeyyen Hanım; on dört yaşındaki oğulları Kemal ve on yaşındaki kızları Mükerrem vardı. Gülüyorlardı. Mutluluk, dünya kurulduğundan beri hiç bu kadar ete-kemiğe bürünür olmamıştı. Titreyen parmaklarıyla, önce, iki sene önce kaybettiği karısı Müzeyyen Hanım’ın solmuş fotoğraftaki yüzünü okşadı. Fotoğrafı dudaklarına yaklaştırdı. İlk gördüğü gün aşık olduğu karısının resmini hasretle öptü. Gözleri dolu dolu oldu. Sonra, şimdi tanınmış bir cerrah olan oğlu Kemal’in dalgalı sarı saçlarını okşadı. Ardından da konservatuvarı bitirerek tiyatro sanatçısı olan kızı Mükerrem’in fotoğraftaki; gözlerinin içi gülen yüzünü okşadı.

Müzeyyen Hanım’ı bir kalp krizi sonrasında kaybetmişti. Hayat arkadaşını kaybetmenin acısı Günhan Bey’e çok ağır gelmişti. Karısını o kadar çok seviyordu ki; simsiyah saçları görenlerin şaşkınlık dolu bakışları arasında bir gecede beyazlamıştı. O gece, Günhan Bey çektiği acıya daha fazla dayanamamış ve o da karısı gibi kalp krizi geçirmişti. Neyse ki; oğlu, ilk müdahaleyi babasına kendisi yaptıktan sonra, Mükerrem’le birlikte Günhan Bey’i hastaneye götürmüşlerdi. Günhan Bey, uzun süre yoğun bakımda kalmıştı. Sonrasında iyileşmişti. Yaşlı adam dört ay kadar oğlu ve geliniyle birlikte yaşadı. Önceleri her şey güzeldi. Lakin sonraları, gelini Firdevs, kederli adama, önce davrandığı gibi davranmamaya başladı. Firdevs, vaktiyle çok sevdiği kayınpederine, kocası evde yokken surat asıyordu. Sonra, yüzsüzlüğü iyice ele alarak, kocasının yanında da aynı tavırları göstermeye başladı. Kemal, çok iyi bir doktordu lakin evde karısının borusu ötüyordu. Otuz yaşlarındaki adam, Firdevs’in babasına olan davranışlarına çok üzülüyordu. Üzülüyordu üzülmesine ama karısına birkaç cılız sözden başka bir şey söylemeye de cesaret edemiyordu. Bir kış gecesinde, yaşlı adam, misafir odasında televizyon seyrederken, Firdevs’in oğluna şöyle bağırdığını işitmişti:

-Yeter artık. Kaç aydır burada kalıyor. Gitsin biraz da Mükerremlerde kalsın. Bıktım artık canımdan…

Günhan Bey, o gece olay çıkmasın diye hiçbir şey dememişti. Lakin sabaha kadar gözüne uyku girmemişti. Hiç kimseciklere belli etmeden ağlayıp durmuştu. Ertesi gün, Günhan Bey; Firdevs mutfaktayken, torunları da oyun oynarlarken sessizce gazete okumakta olan oğlunun yanına gelmişti. Ona, gece Firdevs’in söylediklerini duyduğunu ama üzülmediğini çünkü gelininin haklı olduğunu; insan yükünün ağır olduğunu söylemişti. Oğlundan o gün kendisini Mükerrem’lere götürmesini istemişti. Kemal, adet yerini bulsun diye söylediği; “olmaz öyle şey” lerden sonra, kendisini okutmak için gündüz memur olarak çalışan, gece de geç vakitlere kadar taksi şoförlüğü yapan babasına; “tamam o zaman.." deyivermişti. Günhan Bey, oğlundan böyle bir cevap bekliyordu beklemesine lakin onun bu işe bu kadar da çabuk razı olacağını beklemiyordu. O an yüreği daralmış, kendisini çaresiz hissetmişti…

Mükerremlerdeki durum da farklı olmamıştı. Kızının evinde de önceleri sorun olmamıştı. Fakat zaman ilerledikçe burada da benzer sorunlar oluşmaya başlamıştı. Lakin sorunlar damadı İlyas’tan kaynaklanmıyordu. Matematik Öğretmeni İlyas, kayınpederine saygı duyar ve onu severdi. Çoğu zaman yorgun olmasına rağmen kayınpederiyle sohbet eder, onun yaralı yüreğini hoş etmeye çalışırdı. Kızı Mükerrem ise kocasının tersine, her zaman ailesini mutlu etmeye çalışmış olan babasına ters davranmaya başlamıştı. Gururlu bir adam olan Günhan Bey, bu şartlar altında; kızının evi bile olsa bu evde de artık bir dakika bile kalamayacağını bilmenin dayanılmaz acısıyla, kızına kendisini bir huzurevine yerleştirmelerini söylemişti. Damadının ve torunlarının bütün  “olmaz” larına rağmen yaşlı adam kararını vermişti. Kızı, adet yerini bulsun diye; “kal” demişti. O an ağlamamak için kendisini zor tutan adam, kızının yüzüne hiçbir şey demeden öylece bakmıştı…

Günhan Bey, geçmişteki hatıralara olan yolculuğundan; karşı yataktaki oda arkadaşı Saffet Bey’in tiz sesiyle günümüze döndü. 70’ine yakın kırmızı yüzlü adam, her zamanki tez canlılığıyla Günhan Bey’e şöyle seslendi:

-Gene mi o fotoğraflar be arkadaşım. Boş ver.. Seni aramayanın fotoğrafına bile bakmaya değmez. Bak bana, dört tane çocuğum var. Biri bile beni evine kabul etmedi. Onlar beni istemiyorlarsa, ben onları hiç istemiyorum. Hayat böyle. Yeme yedir, içme içir, giyme giydir. Büyüsünler, iş sahibi, aile sahibi olsunlar. Ondan sonra da sana sırtlarını çevirsinler.. Onlar hep böyle kalacaklarını, hiç yaşlanmayacaklarını sanıyorlar…

Günhan Bey, fotoğraf albümünü kenara koydu. Ve kendisiyle aynı kaderi paylaşan arkadaşına cevap verdi:

-Haklısın Saffet. Hem de yerden göğe kadar haklısın. Şeytan görsün yüzlerini…

Sırtı kamburlaşmış yaşlı adam, yatağının kenarından destek alarak ayağa kalktı. O güne kadar; bir daha hiç bakmayacağım demesine rağmen, belki de milyonlarca defa baktığı fotoğraf albümünü yatağın üzerinden aldı. Gri boyasının bir kısmı dökülen metal dolabını açtı. Albümü; dolabın üst kısmının arkalarına bıraktı. Arkadaşı Saffet Bey sayesinde o an kendisini daha iyi hissetti. Dolabını kapattı. Arkadaşının yanına oturdu. Kolunu onun omuzuna attı. Şöyle dedi:

-Var mısın ihtiyar; yarın İstanbul’u şöyle güzel bir gezelim. Bak hava da çok güzel olacakmış. Ajans öyle diyor. Sonra da Ortaköy’e gider, çay içeriz. Ne dersin?

Hayatta, üzülmeye değmeyen insanlar için zerre kadar üzülmemeyi alışkanlık haline getiren iri yüzlü adam, arkadaşına gülen gözleri eşliğinde cevap verdi:

-Allah derim arkadaşım, Allah derim…

Sonra, muzip bakışları eşliğinde ekledi:

-Ama çaylar senden…

Babacan bakışlarıyla Günhan Bey’den cevap gecikmedi:

-Anlaştık…

Ertesi gün, iki dost, güneşli günün tadını çıkardı. Akşama Ortaköy’e geçtiler. İnce belli de gelen çayları eşliğinde geçmişe duydukları anlatılmaz özlemi dile getirdiler. İkisi de kendilerinde iz bırakan olayları anlattılar. Çaylar tazelendi. Sohbetler demini aldı. Gün; iki ihtiyarı selamladı ve ufuktan yitip gitti. İki güler yüzlü dostun sözcüklerle ifade edilemeyecek güzellikteki sohbetleri çevresindeki insanların da dikkatini çekti. Günhan Bey’e ve Saffet Bey’e hayranlıkla baktılar. Garson da bunlardan biriydi. Yaptırdığı iki bol köpüklü kahveyi; mis gibi deniz kokusu rıhtımı çepeçevre sararken, gönül dostu ihtiyarlara ikram etti. İzinleriyle masalarına oturdu. Bir süre onlarla sohbet etti. En kısa zamanda kendilerini tekrar görmek istediğini söyledi. Günhan Bey’in ve Saffet Bey’in tüm ısrarlarına karşın tek kuruş hesap almadı. İki arkadaş çok duygulandılar. Önce, Saffet Bey, sonrasında Günhan Bey, kısa saçlı, dalgalı garsona; kendi torunlarına sarılır gibi sarıldılar… İki martı gökyüzünden süzülerek iki can dostu selamladı…

O günden sonra Günhan Bey, albümde sadece unutamadığı karısı Müzeyyen Hanım’la birlikte oldukları fotoğraflara baktı…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.