Kuyumcu Cemal Bey, beş yıl önce sabah saatlerinde hırsızlık yapmak için dükkanına gelen ve elindeki silahla tehditler savuran soyguncuya pabuç bırakmamış; çocuklarının nafakasını kaptırmamak için ölümü göze alarak adamın elindeki silaha doğru saldırmıştı. Böyle bir hamleyi beklemeyen soyguncunun bir anlık boşluğundan faydalanan Cemal Bey, adamla boğuşmaya başlamıştı. Lakin, bu boğuşma sırasında soyguncu kendi silahından çıkan bir kurşunla ölmüş; kısa bir süre sonra da polisler Cemal Bey’i tutuklamışlardı. Çıkarıldığı mahkemece dükkanına tecavüz olması iyi hali göz önüne alınarak 30 yaşlarındaki adama beş yıl hapis cezası verilmişti…

Cemal Bey, cezasını çektikten sonra hapisten çıkacağı gün karışık duygular yaşamaktaydı. 16 yaşındaki oğlu Mesut’u ve 14 yaşındaki kızı Ece’yi hapise girdiği günden beri hiç görmemişti. Lakin bunu kendisi istemişti; karısı Muazzez Hanım’a çocuklarının kendisini demir parmaklıklar ardında görmesini istemediğini söylemişti. Muazzez Hanım, kocasının bu isteğine önceleri itiraz etse de daha sonra kocasını anlayışla karşılamış ve Onun dediğin yapmıştı. Cezaevinde mahkum ve tutuklular tarafından çok sevilen, uzun boylu ve yuvarlak yüzlü gardiyan Ahmet Bey’in kalın sesi işitilmişti: “Hadi bakalım Cemal Bey, hazırlan bakalım, ayrılış vakti geldi.." Cezaevinde geçirdiği beş yıllık süreçte, tüm mahkumlar tarafından saygı duyulan ve sevilen Cemal Bey, tüm arkadaşlarına sarılarak onlarla vedalaşmıştı…

Cemal Bey, gardiyanlarla da vedalaşmış ve uzun süredir yağlanmadığından devasa gıcırtılar çıkartarak açılan cezaevinin dış kapısından dışarıya doğru adımını atmıştı. Adımını atar atmaz, kendisini beklemekte olan babası Bahri Bey, annesi Saadet Hanım, karısı Muazzez Hanım, oğlu Mesut, kızı Ece ve kız kardeşi Melahat ve abisi Serkan Bey’in özlem ve sevgi dolu bakışlarıyla karşılaşmıştı. Tüm aile anlatılmaz bir duygu seli yaşamaktaydı. Önce Bahri Bey kucaklamıştı oğlunu. Peşisıra Saadet Hanım. Diğerleri ise kendilerini daha fazla tutamamışlar ve ağlamamak için kendisini tutmakta olan Cemal Bey’e sevdayla sarılmışlardı…

Cemal Bey, cezaevine girmeden önce, kuyumcu dükkanını abisi Serkan Bey ile işletmekteydi. Serkan Bey de, kardeşi Cemal Bey gibi dürüst ve namuslu bir adamdı. Kardeşinin cezaevinde bulunduğu süre içinde kardeşinin kazandığı her kuruşu yengesi Muazzez Hanım’a vermiş ve onlara bu sıkıntılı süreçte kol kanat germişti…

Lakin bir sıkıntı vardı. Cemal Bey’in dükkanını müdafaa amaçlı olarak da olsa ve istemeden soyguncuyu öldürmesini ailenin uzak akrabaları ve komşuları kabul etmiyorlar ve Cemal Bey cezaevindeyken bile çaresiz adamın ardından söylemediklerini bırakmıyorlardı. Çocukluk arkadaşları, komşuları, mahallenin gençleri ve çocukları dahi Cemal Bey’e:hiç acımadan “ Katil” damgasını vurmuşlardı. Komşuları, sanki bile isteye soyguncuyu öldürmüş gibi, önceden başları sıkıştığında kendilerine maddi, manevi destekte bulunan ve kelimenin tam anlamıyla bir dost olan talihsiz adamdan ve ailesinden ellerini eteklerini çekmişlerdi. Bu kadar olsa iyiydi. Tüm işleri dedikodu yapmaktan ibaret olan bazı mahalleli kadınlar hiç durmadan konuşuyorlar ve bu aile hakkında ileri geri konuşuyorlardı…

O akşam, Cemal Bey’in annesi, karısı, kız kardeşi ve kızı birkaç gün öncesinden yapmaya başladıkları birbirinden lezzetli ve hasret kokan yemekleri, güle oynaya hazırladıkları sofraya getirmişlerdi. Neler yoktu ki sofrada; Cemal Bey’in en çok sevdiği yemek olan kuru fasulye ve pilav, yaprak sarmalar ve el yapımı baklavalar…

Cemal Bey, cezaevine girmeden önce canlı ve neşeli bir adamdı. Ancak doğal olarak şu anki hali eskide olduğundan çok farklıydı. Durgundu; hala yaşadıklarını düşünüyor olmalıydı. Bir hiç yüzünden katil olmuştu. Bazen insan ne kadar beladan uzak durmaya çalışırsa çalışsın, o gelip insanın yakasına yapışırdı.. Bu düşünceler içindeki Cemal Bey, önce, kendisi için hazırlanan yiyeceklerden pek yiyememişti. Ama aile fertlerinin ısrarları üzerine biraz daha yiyebilmişti. Yemek sonrasında şampanya renkli misafir odasında çaylar içilmişti…

Ertesi sabah, Cemal Bey, abisi Serkan Bey ve oğlu Mesut ile birlikte kuyumcu dükkanına gidecektiler. Kocası geldiği için çok mutlu olan Muazzez Hanım, sabahın erken saatlerinde kalkmış ve ailesi için çok güzel bir kahvaltı hazırlamıştı. Cemal Bey ve ailesi kahvaltılarını bitirmek üzereyken, kapı zili çalmıştı. Gelen Serkan Bey’di. Cemal Bey ve Mesut, hanımefendiye teşekkür ederek, sofradan kalkmışlar ve sokağa çıkmışlardı. Serkan Bey, Cemal Bey’e abisi gibi değil kendi çocuğuymuş gibi şefkatle bakmaktaydı. Serkan Bey, kardeşi cezaevinde yattığı sürece içine kapanmıştı ve kolay kolay da kimselerle konuşmaz olmuştu. Lakin şimdi çok mutluydu. Çok sevdiği kardeşi hemen karşısında durmaktaydı…

Belki de bir asırdır evlerinin pencerelerinden birbirlerine laf yetiştirmekte olan bir ev üstteki Şadiye Hanım ve onun yanındaki evde oturan Nergis Hanım, birbirlerine sarılmakta olan Cemal Bey’i ve Serkan Bey’i görmüşlerdi. Nergis Hanım, marifet yaparcasına ve sesinin duyulmasını ister bir tonda Şadiye Hanım’a, onları göstermiş ve daha sonra bu iki kadın hiç utanmadan birbirlerine, Cemal Bey’i ayıpladıklarını gösteren yüz ifadeleri takınmışlardı. Bunu önce Cemal Bey görmüştü. Ya sabır çeken adam, bu kendilerini bilmezlere cevap vermek istemiyordu; gözleriyle, sinirden deliye dönen Serkan Bey’e ve Mesut’a boş ver der gibiydi..

Haliyle canları sıkılmıştı. Ancak hiç kuşku yok ki başka hadiseler de yaşanacaktı. Henüz birkaç adım atmışlardı ki, aynı zamanda eskiden Mesut’un arkadaşları olan mahalleliden birkaç delikanlı, kendi aralarında Cemal Bey hakkında konuşmaya başlamışlardı. Bunun üzerine az önceki olaydan dolayı dolu olan Mesut, yayından fırlayan bir ok gibi gençlere hamle yapmış ve birkaç yumrukla hepsini yere indirmişti. O esnada, burnundan kan gelmekte ve Mesut’un çocukluk arkadaşı olan Tunç’un, arkadaşlarına bakarak ve Mesut’u kast ederek: “Katilin oğlundan başka ne beklersin ki.."  diye bağırdığı işitildi. Sağlam dayak yiyen gençler, bir çırpıda yerden kalkarak oradan uzaklaşmışlardı…

Cemal Bey ve Serkan Bey, tüm bu yaşananlara rağmen güçlü olmak zorundaydılar ve onlar da öyle olmaya çalışmaktaydılar..

Baba oğul ve yeğen zorlukla Kapalı çarşıdaki dükkanlarına gelebilmişlerdi. Onların dükkana girişlerini gören yandaki kuyumculardan olan Tarık Bey’in dükkana adımını atması çok fazla zaman almamıştı. Birkaç dakika sonra diğer esnaflar da dükkanda soluk almışlardı. Gelenlerden yalnızca kuyumcu Atilla Bey ve Ahmet Bey, Cemal Bey’e sarılarak Ona: “Geçmiş olsun” demişlerdi. Onların dışındaki esnaflardan dördü de ne acıdır ki, Cemal Bey’e dönerek ve ona tepeden bakarak: “öldürmek zorunda mıydın adamı” diyerek bağırmışlardı. Oysa ki ders veren tavırlar içindeki bu adamlar yaşananları çok iyi bilmekteydiler. Şaşkın bakışlar içindeki Cemal Bey de buna bir anlam veremiyordu.

Kısa bir süre sonra, Cemal Bey’in; 70 yaşlarındaki ve sert bakışlı dükkan komşusu Tacettin Bey’in Cemal Bey’in üzerine doğru yürüyerek Ona yüksek sesle: “Biz çevremizde bir katil görmek istemiyoruz, git buradan” dediği duyuldu. Bunun üzerine diğerleri de, adeta bir papağan gibi aynı şeyi söylemeye başlamışlardı. Dükkandaki gerilim artık dayanılmaz boyutlara ulaşmak üzereydi. Soğukkanlı bir yapıya sahip olmalarına rağmen Cemal Bey ve Serkan Bey artık çileden çıkmışlardı. Babasına öteden beri hayran olan ve Ona yapılan bu hakaretleri asla kabullenemeyen Mesut ise, çoktan dükkandakileri itekleyerek dışarıya çıkarmaya başlamıştı…

Bağırlarına basmaları gereken talihsiz adama dışarıdan da bağırmaktaydılar,

Yıkamamışlardı,

Yıkılmamışlardı,

Her türlü zorluğu aile birliğiyle aşmışlardı,

Kuşkusuz utanması gerekenler Onlar değillerdi,

Utanması gereken körleşen insanlardı…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.