Uygar dünyanın bir parçası olma iddiasının arkasında bazı kaçınılmaz gerekler vardır. Bunlardan biri ve belki en önemlisi, sözlü kültürden yazılı kültüre geçmiş olmak Romalılar bir zamanlar “Söz uçar yazı kalır” demişler.
Büyük Türk bilgini Yusuf Has Hacip ise “Dünya malı ne kadar toplansa tükenir, söz yazılırsa kalır acunu dolaşır!.” sözleriyle, gelecek nesillere yazılı kaynağın önemini anlatmıştır.

Böylece Batı Uygarlığının kökeninde yatan ilkelerden birini daha o zaman dile getirmişler. Son yıllarda eski dönemlere ait yazılı eserlerin özellikle el yazmaları, anılar ve seyahatnamelerin hemen şimdi gün ışığına çıkarılmaz ve eski kayıtları muhafaza edilmezse buhar olup gökyüzüne uçacağından hiç kimse endişe etmesin.

Eski Ramazanlar ve Bayramların güzelliğinden söz ederken birkaç yüzyıl öncesinin değil geçtiğimiz yüzyılın halk kültürüne ait gelenek ve göreneklerinin yazılı belgeleri yeterli mi ? Yahut da yeterince korunup, yeni nesillere aktarılıyor mu ?..

İlber Ortaylı İstanbul geçtiğimiz yüzyılın İstanbul’unu anlatırken “Bu şehirde mahalle kültürü ve komşuluk, fakirlik ama zerafet de vardı” diye tanımlıyor. Ortaylı’nın deyimiyle o günlerin İstanbul’u olumlu, olumsuz yönleriyle İstanbul rengini taşıyordu. Şehir fakir de olsa, eskinin geleneğini ve birçok semtlerinde İstanbul şivesini yaşatıyordu. Anlaşılan o dönemlerde şehirdeki ulaşım zorluklarına, su sıkıntısına rağmen hayatın tadını getiren unsurlar da vardı: Kısacası İstanbul o zamanlar bir başkaydı.

Konuya İstanbul örneğinden başlamamızın sebebi belki de aslını en çok yitiren, halk kültürünü, gelenek ve âdetlerin günümüzde yok olduğu hatta izine bile rastlanmayan şehirlerimizden biri oluşudur.

Peki Gaziantep için aynı şeyleri düşündüğümüzde daha doğrusu “Nerede eski gelenekler, görenekler, alışkanlıklar ?..”, “Nerede eski Ramazanlar ve Bayramlar ?..” diye sorduğumuzda, hüzün veren bir ortam gözümüzde canlanıyor.

Toplumdaki yozlaşmalar çoğaldıkça geçmişi yad etmek ve bu özlemimizi dile getirmeye ihtiyaç duyuyoruz. Özellikle de yaşadığımız siyasi, kültürel ve dini yozlaşma insanı bazen çileden çıkartmakta,  “Nerede o eski günler ?..” sözleri yaşanan yanlışları örtmeye yetmemektedir. 

Sitem dolu bu cümleleri kullanma sebebimi açıklayınca herhalde siz de bana hak vereceksiniz. Çocukluk yıllarımızın Ramazan ve Bayram adetlerinin birçoğunun günümüzde terk edildiğini üzülerek görüyoruz.

Özellikle Ramazan ayında olduğumuz ve ardından gelecek Şeker Bayramı’nı özlemle beklediğimiz şu günlerde, şehirde bu günlerin coşkusunu özlemle yaşadığımız bir atmosfer var mı ? Komşularla iftar vakitlerinde yemek alış verişimiz devam ediyor mu ?  Ramazan sevincini bir yüzyıl öncesindeki duygularla yaşayabiliyor muyuz ? Bu tür soruları fazla uzatmadan eski Ramazan ve Bayram geleneklerimizden kısaca söz etmek ve o günleri yeniden yaşatmak umuduyla söz etmek istiyorum.

Çocukluk yıllarımızın Ramazanında coşkuyla teravihler kılınır, sokakların, caddelerin, sahur vaktine kadar dolup taşar, kebaplar, künefeler yenir, çaylar içilir, dostlarla muhabbet edilirdi.

İlk gece davul sesiyle uyandığımızda annemizin sahurda pişirdiği tereyağlı pilavın kokusunu duyardık. İlk gece pilav yemenin haneye bereket getireceğine ve ramazanın kolay ve çabuk geçeceğine inanılırdı. Mercimekli bulgur pilavının da tok tutacağı söylenirdi. Sahur hazırlığı olarak bazen annelerimizin akşamdan “bişi” denen hamuru yoğurur ve ekşimesi için üzerine temiz ıslak bez örtüp yatarlardı. Sahurda da bu hamurlar kızgın yağda kızartılır ve bişiler taze demlenmiş çayla sıcak sıcak yenirdi.

Sahurda davul sesiyle uyanmak Ramazanın ayrı bir güzelliğiydi. Herkes sahura kalkmayı zevkli bir görev olarak yerine getirirdi. Eğer çocuklar sahura kaldırılmazsa sabahleyin ağlarlar ve davulcuyu göremedik diye üzülürlerdi. İlk gün genellikle çocuklara da oruç tutturulurdu. Bazen iftara kadar dayanamayıp acıkan çocuğun orucu bozdurulurdu. Bu kez orucum bozuldu diye ağlayan çocuğa “Yarın yine tutarsın” denirdi. Bilhassa Kadir Gecesi ve Arife günü iftar vakti oruç tutan çocukları, evin büyükleri bir iki adım sırtında gezdirir, iftarda ise şekerle ödüllendirirdi. Büyüklerimizin böylelikle oruç tutmayı bize sevdirmesi sayesinde bizler büyüdükçe oruç tutmanın kolaylığını ve sevabını öğrendik.

İftar sofralarımızda yemeklerden ayrı tabaklara konup, değişiklik olsun diye komşulara verilirdi. Tabii onlardan da bize gelirdi. Bu da komşuluk ilişkilerinin daha sıcak ve samimi olmasını sağlardı. İftar sofralarını misafirlerle şenlenir ve güzelleşir. Çünkü iftar sofrasında yemeğin miktarı ve çeşidinden çok, içten bir samimiyetle, güler yüzle, şenlikle bir araya gelinmesi, ramazan ve iftarın güzelliklerini yaşatır insana. Çünkü büyüklerimiz bize, “İftar sofraları misafirlerle şenlenir ve bereketli olur, hatta akrabalara haber vermeden aniden iftara gitmek de daha sevaptır.” derlerdi.
Ramazan Bayramı hazırlıkları ise apayrı bir güzellikti. Günlerce öncesinden bayram yemekleri hazırlanır, baklavalar açılırdı. Her ev maddi gücünün yettiği oranda mutfak hazırlıklarını tamamlardı. Bayrama yakın tekrar bir ev temizliği yapılarak bütün işler Kadir Gecesi’nden önce bitirilirdi.

Arife gününden önce bütün hazırlıklar biter, çoluk çocuk ailece Kabristan ziyaretine gidilirdi. Arife günü ikindi namazını veya bayram günü bayram namazını müteakip yapılan mezar ziyaretlerinde rahmetlik olan yakınlarımıza karşı görevimizi yerine getirmenin mutluluğunu hissederdik.

Ortak değerleri ayakta tutan, dargınların barışmasına vesile olan, Bayram günü ise ayrı bir coşku yaşanırdı. Dededen toruna yüzyıllardır sürdürülen gelenek ve göreneklerin devamlılığını sağlayan bu güzel günde herkesin yüzü gülerdi. Özellikle de çocukların. Bol bol bahşiş ve şeker almanın sevincini yaşarlardı. Bayram sevinci onların yüz ifadelerinde anlam kazanırdı âdeta. Büyük küçük herkesin Bayramlık giysilerini giymesi, çocuklara bayram harçlığı verilmesi, şeker ve tatlı ikram edilmesi bugünün en belirgin gelenekleriydi.

Gaziantep’te yüzyıllardır süregelen bu âdetlerimizin utulmaması ve unutturulmaması gerektiği düşüncesindeyiz. Bizden sonraki nesillere bırakacağımız en güzel miras, Türk toplumunun sonsuza kadar yaşayacak olan inançları, kültürü, töresi ve gelenekleridir.

Herkese iyi Ramazanlar ve sağlıklı, mutlu, neşeli Bayramlar diliyoruz.
Her yıl bu güzel günleri aynı içtenlikle yaşamak umuduyla…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Remzi Dilan 7 yıl önce

Yazın çok güzel. Ellerine sağlık. Yalnız, başlıktaki "eski" sözcüğü gereksiz gibi geldi bana. O sözcük kullanılmadan da çocukluğunuzun ramazanları anlatılabilirdi.