Maryland, Birleşik Devletler,

Kırmızı oduncu gömleği giymiş, beyaz sakallı yaşlı adam, dizleri üzerine çökmüş, çaresiz gözlerle Maryland’in en güzel meşe ve gürgen ağaçlarıyla bezenmiş ormanın yanışını izliyordu. Evi ormanın biraz berisindeydi. Acımasız alevler çok geçmeden; karısı Betty ile elleriyle yaptığı ve neredeyse kulübeden biraz daha büyük evlerini yutacaktı. Geniş omuzlu adam, buna rağmen adeta olduğu yere çivilenmişti. Yüz hatları birbiri ardına seğiriyordu. Dudakları aşağıya doğru kıvrıldı. Titremeye başladı. Hızla yuvalarına yaklaşmakta olan ateş topuna aldırış etmeksizin ve gözlerini hiç kırpmadan çocuğu gibi sevdiği ormanına bakıyordu. Gözleri doldu. Yaşlar peşi sıra boşanıyordu. Deli gibi, üzerindeki oduncu gömleğini çekip çıkardı. Acıtıncaya kadar gömleğiyle gözlerini sildi. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Çocukluğunun, çocuklarının can damarı, evladı olan ormanın tükenişi yaşlı adama tarifi imkansız acılar veriyordu.

Ciğerinin acıdığını hissetti.

Rüzgarla birlikte iyice pervasızlaşan ve arsızlaşan ateşler, güzeller güzeli ağaçları, annecikleriyle cayır cayır yanan gözü yaşlı karacaları, sincapları, kaplumbağaları, tavşanları, kalın postlarına rağmen acılar içinde kıvranarak can veren ayı yavrularını gözünün önüne getirdi. Ağzı dili olmayan bu varlıklar, insanoğlu yüzünden son nefeslerini veriyorlardı. Yaşlı adam, kendini dizlerinin üzerinde bile duramayacak kadar dermansız hissetti. Yüzüstü yere kapaklandı. Bütün yüzü çamurlu toprağa bulandı. Bir süre öylece kaldı…

Yaşlı kadın, cılız kollarıyla kocasını yerden kaldırmaya çalışıyordu. Çevre çiftlik sahipleri ve çalışanları da hızla oraya gelmişler, çocuk gibi ağlayan adamı ayağa kaldırmışlardı. Neyse ki yetkililer orman yangınını haber alır almaz, çok sayıda yangın söndürme uçak ve helikopterleriyle soluğu yangın bölgesinde almışlardı. Tedarikli geldikleri için yangın başka bölgelere sirayet edemeden oracıkta söndürdüler. Herkes gözü yaşlı bir halde evine döndü…

Ertesi gün, Michael’ın barında, yöre sakinleri gün boyunca, önceki gece yaşadıkları dehşet veren anları konuştular. Her biri farklı şeyler söylüyorlardı. Ancak pek çoğu bu orman yangını için ormanın batı tarafında yaşamakta olan çiftlik sahibi Jordan Alistair’den şüpheleniyordu. Bu adam kötü bir adamdı. Çok kötü bir adamdı. Niyeti de kötüydü. Amacı, içinde binlerce ağacın ve hayvanın yaşadığı ormanı yok etmek ve onun yerine ekim alanı oluşturmaktı. Barda içkilerini yudumlamakta olanlar bunu gayet iyi biliyorlardı. Zira Alistair, çoktandır pervasızca sağda solda bu ormanın toprağının ne kadar çok verimli olduğunu; orman alanına ekim yapılması durumunda çok paralar kazanılacağını söyleyip duruyordu. Çiftliklerde yaşayanlar bu adamın bir gün ormanı yakacağından çok korkuyorlardı. Bardaki on beş kişi birbirlerinin gözlerinin içine bakarken; bu işin onun başından çıkmış olduğundan emindiler. Ayrıca üç gündür, serin bir hava vardı. Bu yüzden biri ya da birileri, bile bile ormanı ateşe vermediyse, yangın çıkma ihtimali yoktu. Yoktu yok olmasına lakin ellerinde ne yazık ki hiçbir kanıt da yoktu. Çaresizce içkilerini yudumladılar. Çok geçmeden barın kapısı sert bir şekilde açıldı. On sekiz yaşlarında, sarı saçlı bir çocuk hışımla içeriye daldı. Gelen, çiftlik sahiplerinden biri olan Robert Shaw’un oğlu Thomson idi. Çocuk nefes nefese ortadaki masada oturmakta olan Şerif Stanton’ın yanına geldi. Bütün gözler merakla genç çocuğa yöneldi. Çocuk pepemeydi. Ama zorlukla da olsa konuşmaları anlaşılıyordu. Barmen Brighton, çocuğa su getirdi. İnce yüzlü çocuk, suyu bir çırpıda bitirdi. Sonra kendinden geçmiş bir vaziyette masada toplananlara gördüklerini anlatmaya başladı. İrileşen gözleri çocuğun korkunç şeyler yaşadığını açıkça ortaya koyuyordu:

-Şerif, yangının başladığı gece, arkadaşlarımla birlikte Bay Alistair’in çiftliğinin yakınlarındaki göl kenarında içki içiyorduk. Üç kişiydik. Gecenin ilerleyen saatlerinde sesler duyduk. Birileri hızla bize doğru geliyorlardı. Bağıra çağıra konuşuyorlar lakin konuşmalarından hiçbir şey anlaşılmıyordu.. Çabuk çabuk bira şişelerimizi ortadan kaldırdık. Ağaçların arkasına saklandık. Korkmuştuk. Dört kişiydiler. Ellerinde ağaç dalları vardı. Bizi fark etmediler. Yalnız aralarında geçen konuşmaları duyabiliyorduk. Kim olduklarını da görebildik. Bunlar Alistair olacak o adamın itleri Perry, Frank, Paoli ve James idi. Koca kafalı Paoli yanındakilere “arkadaşlar elimizi çabuk tutmalıyız. Kimse bizi görmeden ormanı ateşe verip buradan uzaklaşmalıyız. Sonra da gider Bay Alistair’e görevi yerine getirdiğimizi söyleriz.." diyordu.

Gençler duydukları karşısında kulaklarına inanamamışlardı. Vicdansız adamlar, kendilerini hiç kimsenin görmediğinden emin olarak ilerlediler. Ağaç dallarını yanlarında getirdikleri ateşle tutuşturdular. Önceleri rüzgar yoktu. Bu sebepten ateşler pek hızlı ilerlemiyorlardı. Ancak daha sonra çıkan talihsiz bir rüzgar, yangının hızını arttırmıştı…

Bay Alistair çok zengin bir adamdı. Lakin bu zenginlik ona yetmiyor. Fazlasını, daha fazlasını istiyordu. Çevresi de geniş bir adamdı. Bu yüzden, Thomson dışındaki delikanlılar, Bay Alistair’in gazabından korktukları için hiç kimseye bir şey söylemediler. Söyleyemediler. Yalnızca çok cesur bir adam olan Robert Shaw’ın oğlu, gördüklerini dillendirmeye cesaret edebilmişti. Barda bulunan herkesin o an sevinçle gözü parladı. Neşeyle çocuğa sarıldılar. Bir çiftlik çalışanı heyecan dolu bir ses tonuyla: “Bu iyi oldu. Görecek o melun adam gününü. Bu yiğit delikanlının vereceği ifadeyle birlikte, şimdi o cayır cayır yanacak.."  dedi..

Şerif gözü pek bir adamdı. Doğruca delikanlıyla birlikte ofisine gittiler. Kıvırcık saçlı delikanlının verdiği ifadeyi tutanağa geçirdi. Kısa bir süre sonra da bu tutanağı yetkililere gönderdi. Hiç beklemediği bir anda mahkemeden gelen evraktan olayı ve mahkeme tarihini öğrenen iri yüzlü adam sinirden deliye döndü. Adamlarıyla birlikte komşu çiftliğin sahibi Bay Shaw’u ve oğlunu tehdit etti. Lakin baba-oğul bu tehditlere pabuç bırakmadılar…

Kalın çerçeveli, orta yaşlı hakim; Alistair’in yalanlarına, yüzsüzlüklerine zerre kadar prim vermeden onu 25 yıl ağır hapis cezasına çarptırdı. Alistair’in bütün servetini de yanan orman alanının ıslahına tahsis etti…

Yangına çabuk müdahale edildiği için, yanan arazinin ağaçlandırılması da kolay olmuştu. Yöre halkı, ağaç fidelerini kendi elleriyle yaralı toprağa dikerken ağlıyorlardı. Kederle-sevinç arasında bir duyguydu yaşadıkları. Ancak keder çok daha ağır basıyordu. Zira az ötede görecekleri; yürekleri kerpetenle söküp çıkartacak olan ve hayatları boyunca gözlerinin önünden gitmeyecek görüntü içlerine doğmuş olmalıydı: Bir ayı, bir anne ayı, dumandan nefessiz kalmış yavrusunu sarıp sarmalayarak oracıkta onunla birlikte son nefesini vermişti. Yaşlı bir kadın onların yanlarına yaklaştı. Gördüğü şey karşısında oracıkta çöküp kalmıştı. Anne ayının ve yavru ayının ölmeden önce göz pınarlarından akan kederli yaşlar hiç kurumamıştı. Ağlayan güneşin ışınları altında parıldıyorlardı..

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.