Tabutu mezarlığa getirdiklerinde, sahnede oyun sırasında kalp krizi geçiren ve vefat eden usta tiyatro sanatçısı Halil Ayan’ın yüzlerce seveni dermansız bakışlarla yere bakmaktaydılar. Ailesi, meslektaşları ve tüm dostları o an, bu ölümün dayanılmaz acısını kalplerinin en derinlerinde duymaktaydılar.. Sanatçının cansız bedeni gözyaşları eşliğinde toprağa verilmişti. Ne yazık ki artık O’nun için dua etmekten başka yapılacak hiçbir şey kalmamıştı…

Sarı, örgülü saçlı ve ince yüzlü kız çocuğunu, O’nun tüm yakarışlarına rağmen sanatçının mezarına yaklaştırmamışlardı. Bunun üzerine, hıçkırarak ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüş olan kız, çaresizce yere çökmüş, boynunu bükmüş ve yüzyılların acılarını yaşarcasına hiç konuşmayan, konuşamayan kalabalığa bakmaktaydı…

Sanatçı Halil Ayan, son oyunu başlamadan önce, ablasıyla birlikte oyunu izlemeye gelen ve sevimliliğine hayran kaldığı küçük kızla, tiyatro girişinde karşılaşmıştı. Sanatçı, olduğu yere çökerek, O’nun başını, kendi kızını sever gibi okşamış, kısa bir süre sohbet ederek O’na, bundan sonra tüm oyunlara kendisinin misafiri olarak gelmesini istediğini söylemişti. Halil Ayan’ın o an bilemediği yakan bir gerçek vardı; küçük kız ve yanındaki, en az kendisi kadar terbiyeli ablası yetimlerdi. Anneleri, bahçelerinde yetiştirdiği sebzeleri satarak çocuklarının nafakalarını çıkarmaktaydı. Kadıncağız, uzun zamandır sebzelerinin büyük bir kısmını satamamaktaydı; buna rağmen yavrularını; kendi boğazından keserek hiçbir şeyden mahrum bırakmıyordu. O akşam da, kızlarına çarşıdan yeni elbiseler almıştı ve Onları usta oyuncu Halil Ayan’ın son oyununun olacağı ve evlerine çok yakın olan tiyatroya göndermişti. Elbiseler pahalı değillerdi lakin çok güzellerdi…

Küçük kız, tiyatroda tanıştıklarında, kendisine babası gibi bakan merhum Halil Ayan’ın mezarına yaklaşmıştı. Defin yapıldığı için, mezar başındakiler O’na engel olmamışlardı. Küçük kızın hemen arkasında ise ablası bulunmaktaydı. Küçük kız, elindeki papatya demetini, başını okşarken babasızlığın acısını geçici olarak ta olsa hissettirmeyen; usta bir oyuncu olduğu kadar çok da iyi bir insan olan Halil Ayan’ın mezarının üzerine bırakmıştı…

Hava kararmaktaydı. Küçük kız, ablasından, kendisini tiyatroya götürmesini istemişti. O akşam oyun yoktu. Lakin, yetim çocuk, o an, Halil Ayan ile tanıştığı yerde olmak ve o unutulmaz anı tekrar tekrar yaşamak istemekteydi. Ablasının bütün: “ olmaz” ‘ larına rağmen, kız en sonunda en az kendisi kadar üzgün olan ablasını ikna etmeye başlamıştı. Tiyatrodaki tüm çalışanlar, bu sevimli kızı tanımaktaydılar. O’nu, onun istediği gibi, tiyatroya buyur ettiler. Nur yüzlü küçük kız, belki de rüzgardan çok daha hızlı bir şekilde, Halil Ayan ile tanıştığı noktada soluğu almıştı…

Daha sonra, küçük kız, yetkililerden izinleri olursa, birkaç saat salonda, Halil Ayan’ın oyununu izlediği koltukta oturmak istediğini söylemişti. Görevliler küçük kızı kırmamışlar; ve ona isterse salonun ışıklarını açabileceklerini söylemişlerdi. Sevgi dolu kız ise sevecen bakışları eşliğinde kafasını hafifçe aşağı- yukarı sallayarak bu teklifi onaylamıştı. 10 yaşındaki kız, en ön sıradaydı ve sahnenin tam karşısındaydı. Halil Ayan, sahnede vefat etmeden önce, iki yetim çocuğu en ön sıraya oturtturmuş ve Onları belki de dünyanın en mutlu çocukları yapmıştı.. Küçük çocuk, arkadaşı ve babası yerine koyduğu sanatçı Halil Ayan’ın kalp krizi geçirdiği ve peşi sıra yere yığıldığı anı an be an yaşamıştı. Şu an, o yüreğini kerpetenle söküp çıkartan o olayı tekrar yaşamaktaydı. Göz pınarları bir anda dolan duygu yüklü kızın çektiği ızdırap kelimelerle anlatılır gibi değildi…

Kısa bir süre sonra, sözleşmişçesine birbiri ardına sönen salon ışıklarının kendisine göz kırpmalarına şahit olmuştu. Nurlu kız, bir eliyle gözlerinden sicim gibi inmekte olan gözyaşlarını silmeye çalışıyor; diğer yandan da, ışıkların tek tek sönmesini izlemekteydi. Salon ışıklarının normalde bir anda söndüğünün ve salonun karanlığa gömüldüğünün ayırdında olan küçük tiyatro sever çocuk, ışıkların tek tek sönmesine bir anlam veremiyordu. Lakin, bu, Onun hoşuna gitmeye başlamıştı. Büyülenmiş gözlerle son ışığın sönmesini izlemişti…

Salon zifiri karanlığa bürünmüştü. Fakat her nasılsa, küçük çocuk, zerre kadar korku duymuyordu. Birkaç saniye sonra, perde açılmıştı ve şimdi tüm sahne ışıkları sahneyi adeta gündüze çevirmişti, Küçük kız, bunun bir hayal olduğunu düşündü önce. Lakin, bunlar hayal ürünü olamazlardı zira sahne ışıkları hemen karşısındaydı ve her yeri ışıl ışıl aydınlatmaktaydılar.. Çocuk, kalbinin yerinden çıkacağını hissetmekteydi; şu an anlatılmaz güzellikteki rengarenk sahne ışıklarının karşısındaydı ve sevinçten ne yapacağını bilemez bir haldeydi. Küçük çocuk, az önce fark edemediği şeyi fark etmişti şimdi de: Sahnede muazzam bir Osmanlı Konağından oluşan bir dekor vardı. Ardından, sahneye, neşeli bir müzik eşliğinde; sırmalı apoletleri olan ve gösterişli bir Osmanlı Üniforması içerisinde bir paşa gelmiş ve coşkunca akan akarsular gibi salona bakarak repliğini söylemeye başlamıştı. Küçük kız, her zaman olduklarından çok daha fazla kuvvetli olan sahne ışıklarından ötürü, önce, bu paşayı tanıyamamıştı. Lakin, çok kısa bir süre sonra, bu paşanın, arkadaşı Halil Ayandan başka birinin olmadığını anlayacaktı. Küçük çocuk, kalbinin bir kuş gibi kanat çırptığını hissetmişti. Yaşadığı mutluluk bakışlarına sirayet etmekteydi.. İlerleyen dakikalarda, sahne, oyundaki diğer oyuncuların gelişiyle birlikte bir cümbüşe dönmüştü. Eski Osmanlı külhanbeylerinin naraları, Osmanlı paşasının bağırışlarına karışmaktaydı. Gökkuşağının tüm ışıltılı renklerini üzerlerinde barındıran giysiler içindeki hanımlar görüldü sonra; raks ediyor, şarkılar söylüyorlardı…

Küçük kız, hala bu gördüklerinin bir hayal olabileceğini düşünmekteydi zira, bu oyun, usta Halil Ayan’ın son oynadığı ve sahnede tüm sevenlerini kahrederek vefat ettiği oyundu. Oysa şu an, bu oyun tekrar oynanmaktaydı ve Halil Ayan, hemen karşısında ve turp gibiydi… Oyuncular bir anda, repliklerini söylemeyi bırakmışlar ve oldukları yerlerde öylece kalakalmışlardı. Peşi sıra, hepsi birden, büyülü diyarlara yelken açan küçük kıza dönerek; sevgi dolu gözlerle O’ na bakmaktaydılar. Halil Ayan, diğerlerinden iki adım öne gelerek, küçük kıza daha çok yaklaşmıştı. Sanatçı, ellerini, belki de kanatları oldukları söylenen meleklerden çok daha melek olan küçük çocuğa çevirmişti. Onu sahneye davet etmekteydi.. Küçük kız, artık bunun bir hayal olmadığından emindi. Yavaş ve zarif adımlarla, gözlerine gelen ama onu rahatsız etmeyen şakacı ışıklara doğru ilerlemeye başlamıştı. Attığı her adım, Onu, babasına, Halil Ayan’a daha çok yaklaştırmaktaydı…

Usta sanatçı, küçük arkadaşı, kızı yere düşmesin diye sıkıca ellerinden tutarak sahneye çekmişti…

Küçük çocuk, Halil Ayan, kendisini sahneye doğru çekerken ayaklarının yerden kesildiğini ve o an uçtuğunu duyumsamıştı…

Sahnedeki ışıklar çıldırmışlardı…

Sahnedeki baba- kız ve tüm oyuncular, daha önce hiç görmedikleri renklerin danslarını izliyorlardı…

Bir müzik işitildi,

Her notasında kalpleri sevgiyle, mutlulukla dolduran bir müzik,

Sanatçılar, baba- kızı çılgınca alkışlamaktaydılar,

Usta tiyatrocu Halil Ayan, küçük kıza kendi çocuğuna sarılır gibi sarılmıştı,

Küçük kız da O’na, babasına sarılır gibi…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.