"Kendimi öldürsem mi, yoksa bir fincan kahve mi içsem" (Albert Camus)

Evet, başlıktan anlaşıldığı üzere yeni yazım; fevkalade bedbin. Hayatın içinden kente, kendime, bize ve mevsime dair… Biraz da böyle olsun. “Gün olur, yorulurum ayaklarımdan, tırnaklarımdan, saçlarımdan, gölgemden. Gün olur, yorulurum insan olmaktan…” diye feryat eden Pablo Neruda gibiyim/gibiyiz. Bazen dünyaya attığımız düğümler gevşer, bile isteye son gücünüzü de tüketiriz. Çünkü biraz soluklanıp yeniden yolumuzu bulmamız için bu küçük pes edişler elzemdir. Zira ruh toparlanırsa bedende kurtulur. Eğer yaşam dur dediğinde durmazsak zaten o bizi durdurur. Özellikle mevsim güneşsiz kül rengindeyse, hüzünlü bir sararıp solma hali her an ölümü çağrıştırıyorsa; bağlar, bahçeler insan ömrünün son günlerini gösteren bir tabloyu anımsatıyorsa. Rüzgâr düşüncelerimizde dahil olmak üzere yerden aldığı her şeyi gökte savuruyorsa… İnsan hissiyatının karanlık bir dehlizde kaybolması için her koşul kendiliğinden oluşur. Mevsimler insanoğlunun doğasının cüzlerindendir. Buna edebiyatımızdan da örnek verecek olursak. Büyük ozan Hasan Hüseyin Korkmazgil teessür yüklü bir şiirinde “Gece leylak tomurcuk kokuyor, Haziran’da ölmek zor” der ve doğanın duygu durumumuzu nasıl özel bir nizamla coşturduğunu belirtir. Diğer taraftan Şairlerin şairi Yahya Kemal Beyatlı “Sonbahar” adlı şiirinde “Yaprak nasıl düşerse akıp kaybolan suya, Ruh öyle yollanır uyanılmaz bir uykuya” diyerek mevsimle ve ölümü hemhal eder.

-ÖLDÜLER!-

Günlerdir Cahit Zarifoğlu’nun “Biliyor musunuz? Ben bu çağdan nefret ettim. Etimle, kemiğimle nefret ettim!.." Sözü beynimde dönüp duruyor. Bu ne melun çağ imiş, değirmeninde en insancıl şahsiyetleri bile öğütüp un ufak etmiş/ediyor. Tarihte bu şahsiyetlerden beni en çok etkileyen ünlü yazar stefan Zweig’tır. Zweig, romantik bir yapıya sahip tutkulu bir kişilik. En büyük ülküsü ise, savaşlarla boğuşan Avrupa’nın o eski barışçıl günlerine dönmesi. Bunun için çok çabalamış, birçok ülkede konuşmalar yapmış; konferanslar düzenlemiş. Ne yazık ki BAŞARAMADI… Çünkü dünya şimdi olduğu gibi çıldırmıştı. İnsanlar toplu halde katlediliyor, tarihi şehirler acımasızca bombalanıyor ve savaş̧ tüm ülkelere dalga dalga yayılıyordu. Yarım asır sonra Dünya yine aynı noktada. Ve Zweig insanlık onurunun böylesine heba edilişine dayanamayıp bıraktığı kısacık bir notla, bir gece yarısı çok sevdiği eşiyle birlikte ölümün koynunda uykuya daldı. “Ölüme Boyun eğiyorum. Bütün dostlarımı selamlarım! Hepsine uzun geceden sonra gelen tanın kızıllığını görmek nasip olsun! Ben, her zamanki sabırsızlığımla önden gidiyorum.” dedi ve GİTTİ..

Yine "Hayatın neresinden dönülse kârdır..." diyen 29 yaşında genç bir şair olan Nilgün Marmara var ki kısacık hayatında Türk şiirinin en yetenekli kadın şairlerinden biri oldu. Fakat “Ey, iki adımlık yerküre senin bütün arka bahçelerini gördüm ben!” diyecek kadar iğrenmişti bu çağdan ve 13 Ekim 1987’de, daha 29 yaşındayken kendi iradesiyle sonsuzluğa geçti. Tıpkı Virginia Woolf, Ernest Hemingway, Vladimir Vladimiroviç, Sâdık Hidâyet gibi… Tarih onların ölümünü “intihar” diye kaydetse de kara kaplı defterine, biz biliyoruz ki onların ki intihar değil cinayetti. Failler hiçbir zaman ifşa olmadı. Zira Öyle hoyrat bir zamandı ki cellat da suskundu kurban da..”

-ÖLDÜRÜLÜYORUZ!-

Çünkü insanlığın vicdanını, onurunu, şerefini, namusunu tümüyle yitirdiği bir döneme şahitlik etmek zorunda kalıyoruz. İstanbul'un göbeğinde, hepsi orta yaşın üzerinde olan dört kardeş, yoksulluk yüzünden, intihar etti. Bir hafta sonra Antalya ve şimdi de Bakırköy’de ekonomik koşullar bir aileyi daha yok etti. Nazilli’de 70 yaşındaki Celal Sırma, bileklerini keserek yaşamına son verdi. Yanlış okumadınız 70 yaşında. “Çocuğuma kitap ve okul önlüğü alamadım” notunu bırakarak kendisini asan Cemal Can’ı da konuşmuştu! Bu ülke. Ramazan ayında, eve yiyecek götüremediği için intihar eden Hacı Üruç’u da!.. Ataması yapılmadığı ve işsizlikten kahredip kendisini asan Kevser Abdülkadiroğlu’nu da!.. Suçu sadece mahallede okul arkadaşı ile yürümek olan ve babasına “kızın erkeklerle geziyor” diye dedikodu çıkaran yılan dillilerin iftirası yüzünden kendini asan 15 yaşındaki Şükran’ı da!...

Bu acı örneklerden sonra anlaşılıyor ki “Her intihar bir toplum cinayetidir ve katil bizzat toplumun kendisidir.."

Şimdi bir mucize gerçekleşse; kendi yaşamlarına son veren bu insanlarla konuşma olanağımız olsa. Kim bilir neler neler anlatırlar bize. Nasıl linç edildiklerini, ne çok çaresiz kaldıklarını, yalnızlaştırıldıklarını, Dili… Kalbi… Vicdanı… Zehirlilerin onlara ne büyük acılar yaşattıklarını, tüketildiklerini bir avaz da haykırırlar. Bizde şöyle der gönlümüzü avuturuz. “Bilseydik yardım ederdik.” - Oysa bu tavır laf-ı güzaf - Sokulmaz kimse, kimsenin ıssızlığına, hayatlar kundaklanırken herkes gözünü kapatır. Zira kimsenin işine gelmez zalimi görmek. Mazluma acınır sadece oda birkaç gün. Ama zalimin adı hep saklı kalır. Kötülerin sesi sabah horozu gibi gür çıkarken, ne yazık ki o çirkin çığlığın içinde iyilerin sesi; talanların, zulümlerin, ihanetin, soğuk ve karanlık sokağında bir uğultudan ibarettir. Ve neticede bu çirkefliğin içinde her şey sıradan, değersiz, basit ve olağan olur. Ah! Kötü insanlar, onlarca maskeleri var. Çünkü asla kendileri olmaya tahammülleri yok. Hem Vandal, hem yalancı, hem sakil, hem hain, hem cahiller, bu vasıflar uzar gider… Olan bize, yani maskesizlere olduğu gibi görünen, öyle yaşayanlara olur. Bu insancıklar menfaatleri uğruna analarını alır. Babalarını satarlar. İşte tam da bu yüzden susmamalıyız… Özelliklerde eli kalem tutanlar. "Gerekirse o kalemi kır, ama sakın satma" sözünü düstur edinenler. Susarsak kıyamı beklememize gerek yok. İnanın buna, kıyam her yerde. Eğer bu çarpık sistemin sınırları içinde nerem doğru ki yaklaşımını benimser ve bu haykırışı duymazdan gelirsek, bu uğursuzluk bugün bize yarın size. Uzak sanmayın sakın! Bu hal veba mikrobu gibi saracak her yanımızı. Herkes; toplumun her kesimi taşın altına elini koymalı. “Namuslularda namussuzlar kadar cesur olmalı” Kötücüllerin vasıfları yüzlerine haykırılmalı. Maskeleri düşürülmeli, herkes etrafında ki dikenli otları söküp atmalı. Bu güzel sözde olduğu gibi "Şahsınıza karşı haddi aşan, hududu geçen, küstahlaşanları, altın olsa keseniz de, bal olsa kâseniz de tutmayın.."

Herkes konuşuyor. Özellikle de dili çatallılar, çünkü dilin kemiği yok. Söyledikçe söylüyorlar ama zerrenin hesabının sorulacağı gün çok yakındır. Unutmayalım! Yüce Rab kitabında şöyle buyurur: "Onlar için cehennemden yataklar ve üstlerine örtüler vardır. Biz zulme sapanları işte böyle cezalandırırız" (Araf Suresi, 41. ayet)

Her şeye rağmen inadına yaşayacağız. Durup dinlenmeden savaşacağız.

"Nefesimizi kesen, hevesimizi kıran, gülüşümüzü yok eden bunca kader, gözyaşı ve umutsuzluk olsa da, bir an için başımızı kaldırıp yıldızlı göğe bakmak bile yaşamak için ayak diremeye yeterli bir sebeptir."

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.