Ufukta yitip gitmekte olan güneş, son ışıklarını cezaevinin bahçesine bakan küçük pencereden içeri gönderirken; cezasını bitirmek üzere olan ve ertesi gün tahliye olacak araba tamircisi Serdar Usta’nın gözlerinin içine geliyordu. 50 yaşındaki geniş omuzlu adam, ranzanın altındaki yatağından kalktı. Duvarın bitişiğine monte edilmiş kitaplıktan bir kitap aldı. Ağır adımlarla yatağına geldi, oturdu. Aslında hiç de kitap okuyası yoktu. Yoktu yok olmasına lakin vakit hiç geçmiyordu. Uzun yıllar boyunca kaldığı hapishanede zaman hiç bu kadar yavaş ilerlememişti. Tahliye olmasına topu topu iki gün vardı ancak bu süre ona hiç şüphesiz bir asır gibi geliyordu. Yan ranzadan; daha 15 yılı olan 40 yaşlarındaki kısa boylu Murtaza onun heyecanını anlıyordu. Bir kardeş şefkatiyle arkadaşının yanına oturdu. Cılız kolunu cezaevindeki en yakın arkadaşı olan Serdar Ustanın omuzuna attı. Bunun üzerine Serdar Usta; zaten adet yerini bulsun diye aldığı kalın kitabı yanına koydu. Murtaza sevgi dolu bir ses tonu ile saçlarının çoğu beyazlamış; henüz elli yaşında olmasına rağmen yaşadığı büyük dramın etkisiyle belki de atmışından daha fazla gösteren arkadaşının gözlerinin içine bakarak ona şöyle dedi:

-Serdar Ustam, yanımızdaki bu son günlerinde hem sevinçliyim lakin bir o kadar da üzgünüm. Niye dersen; iki gün sonra yıllardır hasret kaldığın ailene kavuşacaksın. Birlikte çok güzel günler yaşayacak; beraber olamadığınız onca yılın acısını bundan sonra çıkaracaksınız. Üzgünüm çünkü abimden daha fazla sevdiğim; zor zamanlarımda burada hep yanımda olan, beni kendi kardeşi gibi seven kollayan Serdar Abimi iki gün sonra yolcu edecek ve belki de onu kim bilir ne zaman göreceğim…

İri yüzlü adam, Murtaza sözünü bitirdiğinde ona doğru döndü. O da kolunu Murtaza’nın omuzuna attı. Ağır ağır konuşmaya başladı:

-Kardeşim benim. Önce ben çıkıyorum. Ama sen burada olduğun sürece sık sık seni ziyarete geleceğim. Daha sonra da tahliye olacaksın. İşte o gün, o güzel gün de ve ondan sonra da her zaman yanında olacağım. Daha dur bakalım birlikte bir sandal alacağız. Bol bol balığa çıkacağız. Yıllardır bunun hayalini kurmuyor muyuz.. İki gün sonra ben çıkıyorum. Gönül isterdi ki birlikte çıkalım ama olsun er geç abi kardeş dışarıda bulacağız. Sana söz veriyorum; en kısa zamanda sandalımızı alacağım ve sen çıktığın gün özgürlüğünü kutlamak için hemen o gün balığa çıkacağız…

İkisi de çok duygulanmışlardı. Göz pınarları dolmuştu. Birbirlerinin gözlerine bakamadılar. Bakamadılar bakmasına ama birbirlerine sıkı sıkıya sarıldılar. Güneş, bu iki dostun arasında geçen konuşmadan çok etkilenmiş olacak, son ışıklarını geri çekmeye kıyamadı…

Serdar Usta, bundan yıllarca önce bir gün, sanayideki dükkanını kapattıktan sonra eve geldiğinde sekiz yaşındaki kızı Meleğin evde olmadığını görmüştü. Karısı Firdevs Hanım, kızını hemen yan sokaktaki mahalle bakkalına gönderdiğini söylemişti. Serdar Usta bunu duyunca karısına çok kızmıştı. Ona bağırarak bir daha bu saatte kızını bakkala göndermemesini söylemişti. Aslında Firdevs Hanım da kızını gönderdiği için pişmandı. Aradan dakikalar geçmiş ancak küçük Melek Hala gelmemişti. Serdar Usta daha fazla beklemedi. Yayından fırlayan bir ok gibi ayağa fırladı. Soluğu kapılarının önünde aldı. Hava kararmak üzereydi. Mahalle önünde laflayan komşuları Tamer ve Cemil’in yanına gitti. Kendisini kafalarıyla selamlayan iki komşusuna işgüzar karısından dert yanarak: “ benim hatunun yaptığı işe bakın; akşamın bu saatinde küçücük yavruyu bakkala ekmek almaya göndermiş, ona bakmaya gidiyorum, hala gelmedi” demişti. Bunun üzerine iki komşu da Serdar Usta’yla birlikte küçük kıza bakmaya gitmişlerdi. Tam sokağın sonundan bakkala giden sokağa dönmüşlerdi ki köşedeki yarım inşaatın içinden canı yanmış bir adam feryadı işittiler. Üç adam, inşaata girdiklerinde merdivenlerin yanında, küçük Meleği ve onun hemen yanında pantolonunu indirmiş, külotuyla olan bir adamı görmüşlerdi. Şükürler olsun ki; Melek soysuzun bileğini var gücüyle dişlemiş; adam da can acısıyla bağırmıştı ve çocuğa bir kötülük yapamamıştı. Kıvırcık saçlı çocuk, babasını ve komşu amcalarını görür görmez, korkuyla onlara doğru kaçmıştı. Şahsiyetsiz adam bir yandan pantolonunu yukarı çekmeye çalışırken bir yandan da kaçmaya çalışmaktaydı. Serdar Usta, Cemil’e; Meleği annesinin yanına götürmesini söyledi. Cemil yavrucağı kucaklayıp o lanet olası yerden bir çırpıda uzaklaştırmıştı. Yirmi beş yaşlarındaki uzun boylu adam, hiç durmadan küçük çocuğun babasına ve Tamer’e yalvarıyordu. Serdar Usta rüzgar gibi, cibilliyetsiz adamın yanına gelmiş; çenesinin ortasına sağlam bir yumruk indirmişti. Korkak adam aldığı sert yumruğun etkisiyle yere yuvarlanmış, başını merdivenin kenarına vurarak orada ölmüştü. Aslında Serdar Usta’nın amacı onu öldürmek değildi. Bir iki yumruk attıktan sonra bu onursuz adamı adalete teslim etmekti. Lakin, pislik adamın başını merdivenin kenarına vurması büyük bir talihsizlik olmuştu. Her ne kadar canından çok sevdiği yavrusu için de olsa ,Serdar Usta, adamın ölümüne sebep olmaktan mahkemeye çıkarılmıştı. Mahkemede ceza indirimi almıştı lakin 15 yıl cezaya çarptırlmıştı…

Serdar Usta cezaevine girdiğinde canından çok sevdiği kızı Melek sekiz yaşındaydı. Serdar Usta, cezaevine girmeden önce yavrusuna sarılmış, onu koklamıştı. Öpmemişti; öpmelere kıyamamıştı. Onu hep koklardı. O gün de öyle yapmıştı. Cennet kokan kıza babacığının o gün cezaevine gireceğini söylememiş, söyleyememişlerdi. Anneciği yavrucağa babacığının uzun bir süre yurt dışında çalışacağını söylemişti. Ta ki Melek, orta okula gidinceye dek. Annesi bir gün kızını karşısına almış, zor da olsa, çok zor da olsa ona gerçeği anlatmıştı. Serdar Usta, cezaevindeki uzun yılları boyunca, karısı Firdevs Hanımdan gözünün nuru kızını hapishaneye getirmemesini istemişti. Güzeller güzeli kızının kendisini orada görmesine dayanamazdı. Firdevs Hanım, yârinin isteği üzerine, kızının tüm gitmek istemelerine, çoğu zaman bunun için annesine yalvarmalarına karşın onu cezaevine götürmemişti…

Serdar Usta çok karakterli, aynı zamanda da güçlü kuvvetli bir adamdı. Kaldığı koğuşta her zaman zorba mahkumların karşısında olmuş, mazlumları savunmuştu. Bu yüzden düşmanı da seveni de çoktu. Lakin düşmanları bile onun başına gelenleri bildikleri için içten içe onun için üzülürler ve onu severlerdi. Tahliye olmasından bir gece önce, mahkumlar Serdar Ustalarının şerefine o gece türkü gecesi düzenlemişlerdi. Murtaza çok güzel saz çalardı. O gece dostu, abisi için saatlerce saz çaldı. Sesi güzel olanlar türkü söylediler. Sesine güvenemeyenler ellerini çırparak bu veda gecesine katıldılar. Tavşan kanı çaylar içildi. Anılar tazelendi. Dostluklar perçinlendi. Mahkumlar, hele daha çok yılı olanlar belli etmeden Serdar Usta’ya imrendiler, boyunlarını büktüler. Serdar Usta o gece heyecandan sabaha kadar gözünü yummadı. Kolay mıydı ya. Melek; babası cezaevine girdiğinde sekiz yaşında bir kuzucuktu. Şimdiyse aradan 15 yıl geçmişti Uzun yıllardır kokusunu özlediği kızını görmeden geçen koca bir 15 yıl. Karısından daha çok kızını özlerdi beyaz saçlı adam. Çoğu geceler rüyalarında kızını görürdü; rüyalarında içlenir, hüngür hüngür ağlardı. En çok da böyle zamanlar zor gelirdi Serdar Usta’ya. Hasret öyle bir hissettirirdi ki kendini, kuzusu o an yanında olsaydı içine sokardı, Hayatının sonuna kadar kuzusunu dünyanın bütün pisliklerinden korurdu. Neyse ki anneciği yanındaydı Meleğinin. O da yavrusunu bütün kötülüklerden korurdu. Bundan hiç şüphesi yoktu…

O gece sabaha kadar uyuyamayan yalnızca Serdar Usta değildi. Firdevs Hanım, oğulları Aydın ve tabii ki Melek. O gece ana, oğul, kız birbirlerine sarılarak uyumaya çalıştılar. Gece boyunca babalarının ertesi gün eve gelecek olmasının mutluluğunu yaşadılar durdular Böcek böcek birbirlerinin gözlerinin içine bakıp durdular Yüzü kırışıklarla dolu Firdevs Hanım, 26 yaşındaki oğlunun ve 23 yaşındaki kızının saçlarını gün ağarıncaya kadar tıpkı onların küçüklük hallerindeki zamanları gibi okşayıp durdu. Gün ağarırken iki kardeş uyuyakaldı. Firdevs Hanımın ise gözüne uyku girmedi…

Tahliye Günü:

Sabahla beraber bütün koğuş uyanmıştı. Son sohbetler ediliyordu. Çok geçmeden uzun boylu, güler yüzlü gardiyan Mehmet’in gür sesi, demir parmaklıkların kapısının gıcırtılı açılış sesine karıştı:

-Hadi bakalım Serdar Usta vakit gitme vaktidir…

Serdar Usta koğuş arkadaşlarının hepsine sarılarak onlarla vedalaştı. Vedalaşmak zordu lakin en çok da Murtaza’yla vedalaşmak zor gelmişti ona…

Cezaevinin metal dış kapısı devasa gürültülerle açıldı. Güneş gülen yüzüyle Serdar Usta’yı selamladı. Serdar Usta, elindeki kahverengi bavulunu yere koydu. Karşısında, hemen karşısında güzeller güzeli ailesi vardı. Serdar Usta’da, Firdevs Hanım’da, Aydın’da, Melek de o an oldukları yere çakılıp kaldılar. Mutluluktan, sevinçten ne yapacaklarını bilemediler. Serdar Usta’nın karşısında şimdi sekiz yaşındaki Meleği değil, çok güzel bir genç kız vardı. Önce Firdevs Hanım koştu geldi hayat arkadaşının yanına. Gözlerinden dakikalardır inmekte olan yaşlar şimdi orta yaşlı kadının tüm yanağını ıslatıyordu. Kocasına hasretle sarıldı. O da karısına. Sonra Aydın geldi. O da yılların hasretiyle babasına sarıldı. Küçükken de babasına sarılmaya bayılırdı. Aradan çok yıllar geçmişti lakin Ayhan babasına gene aynı coşkuyla sarıldı…

Melek; gözlerini babasından ayıramıyordu. Serdar Bey yavaşça kızına yaklaştı. Bütün yüzü zangır zangır titremeye başladı. Gözlerinde deryalar coştu. Gözlerinden boşalan yaşlar eski paltosunu ıpıslak etti. Dudakları tiitredi. Konuşmaya çalıştı. Muvaffak olamadı. Elleri de titremeye başladı. Melek de öyle. Babacığına sarıldı. Onun ıslak yanaklarını hala küçücük olan parmaklarıyla kuruladı. Serdar Usta, kızının narin parmaklarını aldı; nasırlı elleri arasında sevdi, sevdi, hep sevdi; belki de bir yüz yıl sevdi. Sevdi sevmesine lakin hiç kimse bunun bir yüz yıl sürdüğünü anlamadı. Anlayamadı. Serdar Bey kuzusunu gene öpmedi, öpemedi. Öpmeye kıyamadı. Kokladı. Kokladı. Hep kokladı…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.