Günümüzde medya aracılığıyla yapılan “Algı operasyonları, her konuda gerçeklerden çok daha etkili durumdadır”. Yirmi yıla yakın bir zamandır, halkımızın içinde bulunduğu sağlıklı beslenme kargaşasını araştırıyorum. Görünen şekliyle ortalama bir insan, mikro gıda ihtiyaçlarını karşılamak için neleri, nasıl ve nekadar yemesi gerektiği ve nelerden uzak duracağı konusunda şaşkın, bıkkın ve yeterli bilgiye sahip değil.

Ülkemizde birçok konuda olduğu gibi, beslenme konusunda da alabildiğince bilgi kirliliği mevcuttur. Çünkü sağlık konusunda olduğu gibi, beslenme konusu da parça parça ele alınıp incelenmektedir. Genellikle gıda maddeleri küçücük biyokimyasal parçalarına kadar araştırılarak, buradan beslenme ve sağlık üzerindeki etkileri ile ilgili, kapsamlı ve kesin sonuçlara varmaya çalışılıyor.

Neticede çok çelişkili sonuçlar elde edilerek, “Aynı konuda, taban tabana zıt bilgileri”, aynı eğitime ve kültüre sahip, aynı unvanı taşıyan iki bilim insanının, ağzından, sık sık duymamız mümkün olabiliyor.

Bunlara birde “Satacakları mamulün besin değerinden ziyade, raf ömrü, görüntüsü, pazar durumu ve satıla bilirlik” gibi özellikleri daha önemli olan, gıda üreticilerinin “Yanıltıcı reklamları” ile diyetisyenler hatta doktorlar tarafından verilen “Tutarsız, bir biri ile çelişen tavsiye ve diyet programlarını” eklediğimiz vakit, tüketicinin şaşkın ve bıkkın olması çok da anormal gelmiyor.

Konunun uzmanı olduğu iddia edilen birçok bilim insanından, bazıları tek tip beslenmeyi, bazıları üç öğünü tavsiye ederken, bazıları da ara öğünlerle birlikte sekiz öğünü tavsiye ediyor.

Hazırlanan diyet programlarının bir kısmı sadece protein ağırlıklı beslenmeyi önerirken, bir kısmı karbonhidrat ağırlıklı beslenmeyi öneriyor. Kimisi sadece günlük alınacak kalori miktarından yola çıkarken, kimisi yağı sınırlandırmak adına, yağın cinsini ve kalitesini hiç dikkate almadan bütün yağları yasaklıyor.

Gıda maddelerini ve sindirim sistemini parça parça ele aldığımız vakit, bu çıkarımların doğruları da vardır, yanlış tarafları da vardır ve tamamı da “Çok büyük bir bütünün, çok küçük parçalarıdır”. Ancak buradaki en büyük yanlış, muazzam bir bütünlük içerisinde çalışan insan vücudunun ve sindirim sisteminin, “Binlerce parçaya ayrılarak” incelenmesi, her bir parçanın ayrı ayrı değerlendirilmesi ve asıl önemlisi de “Tek yaratıcımız olan Allah’ın insan vücuduna (hücrelerine kadar) yüklediği, sayısız program ve yeteneğin göz ardı edilmesidir”.

Çorba, salata, ana yemek, tatlı ve yanında içeceklerden oluşan bir tek öğünde bile; farklı şekillerde farklı besinlerle bağlantılı binlerce biyokimyasal alırız. Lokmayı ağzımıza aldığımız andan itibaren, “Sonsuz derecede karmaşık kimyasal bir süreç başlar”. Aldığımız besin kimyasallarının her birisi, diğer besin kimyasalları ve vücudumuz da salgılanan (sadece tükürük bezi ile salgılandığı tespit edilen aktif madde sayısı 300 civarındadır) kimyasallarla, sağlıklı olmamız için en büyük faydayı sağlayacak şekilde, sayısız reaksiyonlara girer.

Bu reaksiyonlar sonucu ortaya çıkan kimyasallar, (hücrelerimize kadar) tüm vücudumuz da çok karmaşık kontrollerden geçirilerek dikkatlice tasnif edilir. Bu tasnif sonucu, her bir mikro gıda maddesinden nereye ne kadar ihtiyaç olduğuna ve ne zaman ulaştırılması gerektiğine karar verilir. Sonsuz derecede karmaşık bu biyokimyasal sürecin nasıl gerçekleştiği bugüne kadar çözülememiştir ve bugünden sonrada çözülebilmesi mümkün değildir.

Günümüzde genel sağlığımız ve sindirim sistemi üzerinde, bilimsellik adına sürdürülen çalışmaların tamamı materyalist bir görüş ve düşünceyle yapılmaktadır. “Yaratıcı ve yaratılmışlık” kavramları tamamen saf dışıdır ve hiçbir şekilde dikkate alınmaz. Halbuki en küçük zerreden tüm evrene kadar, akıl almaz derecede karmaşık ve sayısız yaratık, muazzam bir düzen içerisinde, belirli bir süre varlıklarını sürdürür ve (insanlar tarafından bir müdahale olmaması şartıyla) var oldukları sürece de bu düzen hiç bozulmaz.

Ben sindirim sisteminin de böyle bir düzen içerisinde çalıştığına inanıyorum. Midemizi gereksiz yere boş rafine ürünlerle tıka basa doldurmadan, İhtiyacımız olan gıda maddelerini, (makro ve mikro gıdaları) belirli bir denge içerisinde, abartmadan yeterince almamız halinde sindirim sistemimizin hiç problemsiz bir şekilde çalışacağından eminim.

Yeter ki biz ilahi programı (fabrika ayarlarımızı) bozacak şekilde davranıp, beslendiğimizi zannederek, midemize; “İçine atacağımız her şeyi hazmedilmek üzere itirazsız kabul eden bir öğütücü muamelesi yapmadan”, mikro gıda açısından dolu ya da boş rafine ürünlerle rastgele tıka basa doldurmayalım.

Farkında olup olmadığınızı bilmiyorum ama günümüz beslenme şartlarında, yetişkin bir insan yılda ortalama olarak (su hariç) kabaca “Bir ton” civarında yiyecek ve içecek tüketmekte, “Ortalama 1 milyon kalori” almaktadır.

Bu durumu birazcık dikkat ederek düşünürseniz, daha az yememizin ve daha dengeli beslenmeye çalışmamızın şart olduğunu görürsünüz. Dengeli beslenmenin sağlığımız üzerinde ne kadar etkili olduğu konusunda yapılan çalışmalardan birisini örnek olarak vermek istiyorum.

On dokuzuncu yüzyılın sonlarında bir grup bilim adamı, on yıla yakın bir süreyi Avrupa’da, İskandinavya’da ve İngiliz Adaları’nda bulabildikleri kadar çok 100 yaşını aşmış ve halen hayatta olan kişileri araştırarak ve inceleyerek geçirdiler. Bir kısmı 150 yaşını aşıp ikinci yüz yıllarının sonuna doğru ilerlemekte olan yaklaşık 2000 kişi buldular. Bu saygı değer yaşlılara ve ailelerine, kişisel yaşam sitilleri ve günlük yemek alışkanlıkları hakkında sorular sordular. Netice de her birinde ortak belirleyici faktörün beslenmede “Denge” yani az yemek olduğunu gördüler.

Dr. Theodore Baroody “Alkalik ol veya öl” adlı kitabında bu araştırma hakkında şu şekilde bahsetmektedir. Rapor edilen yüz yıldan fazla yaşamış iki bin kişi, uzun yaşamalarını açıklamak üzere incelendiğinde, hepsinin de değişik beslenme ve yaşam alışkanlıklarına sahip oldukları görüldü.

Bazıları lüks içinde bir yaşam sürüyordu, diğerleri sefalet içinde yaşıyordu. Bazıları çok su içerken, diğerleri içmiyordu. Bazıları hiç alkol kullanmazken, diğerleri kullanıyordu. Bazıları tütün içerken, diğerleri içmiyordu. Bazıları sadece sebze yerken, diğerleri çoğunlukla hayvansal besinler tüketiyordu. Bazıları beyinleri ile çalışırken bazıları elleriyle çalışıyordu. Bazıları günde bir öğün yerken, diğerleri dört veya beş öğün yiyordu.

Aslında diyetlerinde ve günlük alışkanlıklarında çok büyük farklar olduğunu gördük. Fakat diyetleri ile ilgili güvenilir bilgiler edindiğimiz tüm bu kişilerde, uzun yaşamalarını açıklayan tek bir ortak nokta bulabildik; besin miktarında “Ilımlılık” yani denge.

Bu araştırma; hangi çeşit yiyecekle olursa olsun midemizi tıka basa doldurmanın zararlarını veya doldurmamanın faydalarını net bir şekilde gözler önüne sermektedir.

Sorumluluğunu bilen insanlar olarak, çeşitli gerekçelerle her bahane için hastanelere gidip, ikide bir vücudumuzun “Fabrika ayarlarıyla oynatmadan”, yiyecek eşittir sağlık kuralına uyarak, “Yemek için yaşamayı bırakıp, yaşamak için yemeyi” öğrenmek zorundayız.

Eğer dengeli beslenme kurallarına uygun olarak, kendimize göre bir program yapıp inanarak, istikrarlı bir şekilde uygulayıp hayat tarzımız haline getirirsek, “Fazla kilo ve hastalıklara karşı başarılı olamama ihtimalimiz yok gibidir”. Gerçekten kilo almak veya hasta olmamak, hasta olup iyileşmeye veya kilo alıp zayıflamaya çalışmaktan çok kolay.

“Geleceğin hekimi artık ilaç vermeyecek. Hastalarına insan bedenini, beslenmenin ne olduğunu, hastalıkların nedenlerini ve bunları önlemenin yollarını anlatacak” (Thomas Edıson)

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.