-Bütün gün o camın önünde oturup da nereye bakıyorsun! Kalk da bir işe yara!

Küçük kız yerinden kalktı. Kadının yanına gitti.

-Ne yapayım?

Nasıl da ürkek bir sesti.

-Geç mutfağa, çorbayı karıştır.

Kız usulca mutfağa geçti. Boyu ocağa yetişmediği için bir sandalye çekti. Çorbayı karıştırırken bu kadının eve geldiği günü hatırladı. Henüz kundaktayken kaybettiği annesinin yerine gelmişti. Önceleri aklı kesmemişti kızın. Anne kucağını aradığı zamanlarda sığındığı bu kadında, arkadaşlarının anneleri gibi, bir sıcaklık, bir yakınlık olmaması tuhaf gelse de, çocuk masumiyetiyle sevgisini de esirgememişti. Okula başladığı gün öğrenmişti gerçeği. Çocuğu okula götüren kadın, “ben bu kızın üvey annesiyim” demişti ya öğretmene, “üvey” kelimesini ilk defa duymuştu küçük kız. Annesi sınıftan çıktıktan sonra sordu öğretmene “üvey ne demek?”. Öğretmen hüzünlü gözlerle baktı kıza. Küçük kızın sırasına oturdu, saçlarını okşamaya başladı.

-Sonra konuşalım mı bu konuyu seninle?

Öğretmenin müşfik sesi yumuşattı kızın yüreğini. Sorusunu bile unuttu. Öğretmen, anne ve babayı okula çağırdı ertesi gün. Küçük kıza, pedagog eşliğinde, üveylik kavramı anlatılmaya çalışıldı. “Üveylik” küçücük yürek için ne büyük bir kavramdı…

-Çorbayı taşıracaksın, aklın nerede senin?

Küçük kız, kadının sesiyle irkildi. Hemen çorbanın altını kapattı. Geldiği gibi usulca çıktı mutfaktan, camın kenarındaki yerine geçti. Kızı buraya çeken manzara, karşıya bir sene önce taşınan aileydi. Nasıl da mutlu görünüyorlardı. Hep beraber kahvaltı yapıyor, akşam yemeklerinde hep beraber masaya oturuyorlardı. Arada birbirlerine sarıldıklarını, neşeyle evin içine koşturduklarını görüyordu küçük kız. Nasıl imreniyordu. Pencereden gözünü ayırıp kendi evlerine baktığında kapkaranlık gözüküyordu evlerinin içi. Babası geç vakitte geliyor, hemen bir şeyler yiyip yatıyordu. Zaten kadın da, ayak altında dolanmasın diye, küçük kızı erkenden uyutuyordu.

Karşıdaki kadın da küçük seyircinin farkındaydı. Komşulardan sorup öğrenmiş, annesini küçük yaşta kaybeden bu kıza karşı yüreğinde bir sıcaklık hissetmişti.

Birkaç gün sonra bayramdı. Bayramda bile çalışan baba, yine evde olmayacaktı. Kadın da, her bayram olduğu gibi, küçük kızı yanına almadan kendi ailesinin yanına gidecekti. Komşulardan biri “yazıktır, küçücük çocuk evde yalnız bırakılır mı?” diye sormuştu da bir gün, kadın sinirli sinirli “anam babam başkasının çocuğunu evde istemiyor” deyivermişti.

Bayram sabahı erkenden uyandı küçük kız. Çünkü o bir çocuktu. Bayramlar en çok çocuklar sevinsin diye vardı. Baba işe gitmişti çoktan. Kadın da telaşlı telaşlı hazırlanıp çıktı. Kız, bayram günü, koca evde yapayalnız kalıverdi. Pencerenin karşısına geçti yine. Karşıdaki aileyi seyretme başladı. Kahvaltı masası hazırlanıyordu. Herkes nasıl da güzel giyinmişti. Bir ara bir şey oldu. Karşıdaki kadın kendisine el salladı. Çocuk ürktü önce, hemen geri çekildi. Sonra yavaş yavaş tekrar pencereye yanaştı. Evet, kadın kendisine el sallıyordu. Çok heyecanlandı. O da el sallamaya başladı. Kadın gülümseyerek baktı çocuğa. İçeri geçti. Odadakilerle bir şeyler konuştu. Sonra tekrar pencereye geldi. Küçük kız onları seyrediyordu. Kadın eliyle “gel” işareti yaptı. Kız “acaba yanlış mı görüyorum?” diye tereddüt etse de önce, kadınının ısrarla “gel” dediğine ikna oldu. Ne yapacağını bilemedi. Çekildi pencerenin önünden. Odanın içinde dolanmaya başladı. Yabancı birinin evine, üstelik ailesinden izin almadan gidebilir miydi? Tekrar pencereye geçti. Kadın orada öylece dikiliyordu. Kızı tekrar görünce yine heyecanla “gel” işareti yapmaya başladı. Kız, bu sıcacık çağrıya daha fazla karşı koyamadı. Hem onlar yabancı değildi ki, komşularıydı. Koşarak çıktı evden. Hemen karşıya geçti. Apartmandan içeri girdi. Kadın hala camdan kızı izliyordu. Apartmana girdiğini görünce koşarak kapıya gitti. Küçük kız da, kadın da çok heyecanlıydı. Kız koşarak çıktı merdivenleri. Tam zile basacaktı ki, kadın kapıyı açtı. “Ah benim güzel kızım gelmiş” diyerek sarıldı küçük kıza. Annelik doğurmakla ya da doyurmakla olmuyordu. Şefkatle yüreğini açtığın her çocuk, sende anne kokusu duyabiliyordu. Kız şaşkındı. O da sarıldı kadına. Bu sıcaklığı ilk defa hissediyordu. Kadın, kızın elinden tutup içeri götürdü.

-Bakın, benim cam güzelim gelmiş!

Cam güzeli… Kadın, küçük kıza bu adı takmıştı. Kız, onları seyrettiğini fark etmelerinden utanmıştı. Başını öne eğdi.

-Çekinme güzel kızım. Uzun zamandır birbirimize camdan cama komşuluk ediyoruz. Artık yabancı değiliz. Bayramları sizinkiler evde olmazlarmış. Komşular söyledi. Biz de bu bayram seni davet etmek istedik. Sen bizim en özel bayram misafirimizsin. Ben de senin bayramlık annenim.

Odadakiler gülüştüler. Kız, kadının yüzüne baktı. “Bayramlık anne” ne kadar da sıcaktı.

-Bayramlıklarını giydirelim önce. Sonra da birlikte kahvaltı yaparız.

Kız iyice şaşırmıştı. Kendisine bayramlık alınmayalı ne kadar uzun zaman olmuştu. Babası almak istemiş, üvey anne “koca kız ne yapacak bayramlığı” demişti.

Bayramlık anne, küçük kızı odaya götürdü. Yeni elbisesini giydirdi. Saçlarını taradı, renkli renkli tokalar taktı.

-Ha şöyle, benim cam güzelim, oldu bayram güzeli!

Kadın, bir pencere önünde solmasına gönlü elvermediği küçük kızı yeşertmek için en uygun günü seçmişti: Bayram. Çünkü biliyordu ki, bayramın yalnızlığı ve mutsuzluğu diğer günlere göre iki kat acı vericiydi. Ve bayram, insanları mutlu etmek için Yaratıcı’nın özel tarifeli günleriydi..

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.