Taşımacılık şirketi sahibi Neil Crow, ağzından çıkacak sözleri merakla bekleyen New York sorumlusu John Thomson ’a : “John, fedakar çalışmaların sayesinde, şu an şirketimiz altın çağını yaşıyor. Yüzde 21 büyüme başarısı gösterdik. Dün yönetim kurulu üyeleriyle yaptığımız toplantı sonrasında sana 275.000 Dolar tutarında bir ikramiye verme kararı ve bir buçuk ay tatil verme kararı aldık. Güzel ailenle bunun tadını çıkarın..” dedi.

Saçlarının ortası neredeyse tamamı dökülmüş olan John, Bay Crow’un söyledikleri karşısında şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemedi. Öylece kaldı. Bir ödül bekliyordu beklemesine lakin böylesine muazzam bir ödülü ise aklından bile geçirmiyordu. John’un bu halini tebessümle izleyen Bay Crow, koltuğundan ağır ağır kalktı ve ona yaklaştı. Kolunu, çalışkanlığı ve dürüstlüğüyle gözbebeği olan ve oğlu gibi gördüğü adamın omuzuna attı ve dostça bir ses tonuyla mırıldandı: “Bunu çoktan hak etmiştin oğlum..” Sarı saçlı adam ilk şoku atlattıktan sonra yavaş yavaş kendine geldi. Mutluluk dolu bakışları eşliğinde patronuna: “Sağ olun efendim..” diyebildi.

Bay Crow, John’un ailesine olan düşkünlüğünü bilirdi. Bu yüzden onu daha bir başka severdi. Dosttular da. Zaman zaman Manhattan’daki bir bara gider, sohbet eder, günün yorgunluğunu üzerlerinden atarlardı. John’un bir hayali vardı: Karısı Meg’e, kızı Gwendolyn’e ve oğlu Tom’a, yıllardır onların rüyalarını süsleyen Karayipler’de bir ev satın almak.. Bay Crow’da bunu biliyordu. Göz göze geldiler. İkisinin de yüzünde aynı sevimli tebessüm belirdi. Bay Crow, şirketinin New York sorumlusuna içten bir göz kırparak ona: “aynı şeyi düşünüyoruz değil mi John?..” diye sordu. İnce yüzlü adam patronuna aynı içtenlikle: “Kesinlikle efendim. İş çıkışında bizimkilerin yanına gidip onlara Jamaika’da bir ev alacağımız müjdelemek için sabırsızlanıyorum..” dedi. Bay Crow duygulandı. Çok duygulandı. John’un sırtını sıvazlayarak babacan bir tavırla: “İş çıkışında değil, hemen şimdi gideceksin..” dedi. John, “ama efendim, mesainin bitmesine daha..” derken, sözünü tamamlayamadı: “Bana itiraz mı ediyorsun ?..”

John, eve doğru ilerlerken, hiç şüphe yoktu ki, dünyanın en mutlu insanıydı. Eve geldiğinde aile üyelerinin hepsi evdeydi. John’u gördüklerinde şaşırdılar. Onun disiplinli bir yapısı olduğunu, bu yüzden de bir hastalık durumu dışında eve erken gelmeyeceğini bildiklerinden bunun sebebini merak ettiler. Bu merak hepsinin gözlerine yansıdı. John ailesine bir saat önce aldığı müjdeyi açıkladığında evde sözcüklerle ifade edilemeyecek bir mutluluk denizi oluştu. Anlatılır gibi değildi…

John’un çocukluk arkadaşı Simon, uzun yıllardır Jamaika’da emlak komisyonculuğu yapıyordu. John ve ailesi için en uygun ve en güzel olan üç ev seçti. Bunların bir tanesi apartman dairesiydi. İki gün sonra Meg ve John Jamaika’ya uçtular. Alternatiflerden en uygununu apartman dairesiydi. Gerçi biraz küçüktü ama, okyanusa hemen hemen sıfır konumdaydı. İşin güzel bir yanı da apartman dayalı döşeliydi. Ödemeyi yaptılar. John o akşam, yıllardır görmediği arkadaşıyla hasret giderdi. Sabah ilk uçakla da New York’a döndüler...

Evleri üç katlı apartmanın ilk katındaydı. Muhteşem palmiye ve hindistan cevizi ağaçlarıyla adeta kuşattığı ve egzotik okyanus kokusunun insanı farklı diyarlara götürdüğü yeni evleri tam da istedikleri gibiydi. Apartmanın güney tarafında bir çocuk oyun bahçesi vardı. Her şey çok güzeldi ama, apartmanın diğer katlarından ve çevredeki bungalowlardan gelen çocukların sesleri bazen dayanılmaz oluyordu. Lakin gene de hallerinden şikayetçi oldukları söylenemezdi. İlerleyen günlerde komşularıyla tanıştılar. Güzel dostluklar kuruldu. Gidip gelemeler dostlukları daha da sağlamlaştırıyordu…

Güneş her zamanki gibi gökyüzü sahnesindeki baş aktördü. Yağmur ormanlarına adeta düşman orduya saldıran bir ordunun askerleri gibi indiren yağmuru umursamadı. Bir süre sonra görenlerin gözlerini kamaştıran enfes bir gökkuşağı salına salına gökyüzündeki yerini aldı. Güneşin şımarık ışınları altında yağmur sonrası palmiye ağaçlarının yapraklarından yaramaz çocuklar gibi aşağıya kayan damlacıklar, adeta okyanusun en gösterişli inci taneleri gibi ışıl ışıl parlıyorlardı.. Meg, çamaşır makinesinden aldığı çamaşırları, çocuk oyun bahçesine bakan küçük odaya götürdü. Pencerenin yanındaki ütü masasında çamaşırlara ütülemeye başladı. Bir yandan ütü yapıyor, bir yandan da çocukların neşelerini keyifle izliyordu. Yedi-sekiz çocuk vardı. Kimi kaydıraktan kayıyor, kimi salıncakta sallanıyordu. Birbirlerini uzun zamandır tanıdıkları anlaşılan çocuklar birbirleriyle uyum içerisindeydiler. Yalnızca yedi yaşlarında, kıvırcık saçlı bir erkek çocuğu oyun bahçesinin tam ortasında öylece duruyor. Yere doğru bakıyor ve duruşunu hiç değiştirmiyordu. Bu durum Meg’in dikkatini çekti Ertesi gün de, ondan sonraki gün de aynı şey gerçekleşti. Meg daha fazla dayanamadı. Çocukların yanına indi. Üst kattaki Bayan Flower’ın küçük kızı Elie’nin yanına yaklaştı. Ona, oyunlara hiç katılmayan çocukla neden oynamadıklarını sessizce sordu. Bunun üzerine mısır rengi sarı saçları olan kız, şaşkın bir şekilde sağına soluna baktı. Meg’in sözlerine bir anlam veremedi. Sonra ona: “hangi çocuk, bayan Thomson?” diye sordu. Meg, küçük çocuğun bu sözü üzerine az ötesinde duran çocuğu ona fark ettirmeden: “şu ayakta duran çocuk..” dedi. Elie, daha da büyük bir şaşkınlıkla tekrar sağına soluna baktı. Meg’e onun kanını donduracak şu sözü söyledi: “Bayan Thomson, burada öyle bir çocuk yok ki..” Tam o sırada birkaç gündür hep aynı şekilde duran, aynı yere bakan çocuk yavaş hareketlerle Meg’e doğru döndü. Ona güldü. Lakin bu gülüş sözcüklerle anlatılamayacak kadar korkunç ve yüreklere korku salan bir gülüştü. İkinci kattakilerin oğlu Gage salıncaktan indi. Kaydırağa doğru koştu. Koşarken çocuğun içinden geçti. Çocuk ise aynı ürküntü veren bakışlarla Meg’e bakıyordu. Meg kekeledi. Ne söyleyeceğini, ne yapacağını bilemedi. Koşarak oradan uzaklaştı.

Eve geldiğinde durumu John’a anlattı. John karısının kendisiyle dalga geçtiğini zannetti. Okkalı bir kahkaha patlattı. Lakin ilerleyen dakikalarda John karısının ciddi olduğunu anladı. Ona hayal görmüş olabileceğini söyledi. Meg de bunun bir yanılsama olduğuna inandı. İnanmak istedi. O günden sonra genç kadın, oyun bahçesini gören o odaya girmez oldu. Oradan bir şey alınacağı zaman kızı Gwendolyn’e söyledi. Korkuyordu. Çok korkuyordu ama aynı zamanda mantıklı bir kadındı da. Olayın bir yanılsama olduğunu kabul etti. Üzerinde durmadı. Ailesini huzursuz etmek istemiyordu…

Ertesi gece her zamankinden sıcaktı. Gece saat bir civarında yattılar. Meg’i bütün çabalarına rağmen uyku tutmadı. Köşedeki kitaplıktan bir kitap alıp okumayı düşündü. Aklına o gün yaşadıkları geldi. Kitabı almaya bile cesaret edemedi. Kocasına döndü. Ona sıkı sıkı sarıldı. Tekrar uyumaya çalıştı. Oyun bahçesinden bir ses duydu. Varla yok arasıydı. Bunun da bir yanılsama olduğunu düşündü. Güçlü olmaya çalıştı. Ses yükseldi. Her geçen saniye ses şekilleniyordu. Bu ses bir inlemeydi. Bir çocuk inlemesi.. Çok korkuyordu lakin en az onun kadar da merak ediyordu. Kalbi hızla çarpıyordu. Yüzü bembeyaz olmuştu. Fakat gidecekti. Ne olursa olsun gidecekti. Aralık olan ebeveyn odası kapısından çıktı. Bacakları titriyordu. Bu titreme bir süre sonra bütün vücuduna yayıldı. Ütü odasına geçti. Yatmadan önce kapatmış olduğu pencerenin sonuna kadar açık olduğunu ve dışarıdaki rüzgârın etkisiyle tüllerin bir içeriye bir dışarıya hareket ettiğini gördü. İçinden dua ederek pencereye yaklaştı. Rüzgâr tülü genç kadının yüzüne yapıştırdı. Ayn anda birkaç saniyedir duyulmayan çocuk inlemesini tekrar duydu. İnleme bir anda haykırışlara dönüştü. Çocuğun acı çektiği açıkça anlaşılıyordu. Meg, yüzüne yapışan tülü hızla yüzünden çekti. Gördükleri karşısında göz bebekleri adeta gözlerinden fırlayacak gibi oldu. Hızlı hızlı nefes almaya başladı. Astım hastasıydı. Bunu yapmamalıydı. Ancak hiç şüphe yoktu ki; astım o an genç kadının en son düşüneceği şeydi..

Bir sokak lambası fersiz ışığıyla geceyi ancak alacakaranlığa çeviriyordu. Çocuk, Meg’in onu ilk gördüğü yerdeydi. Ona bakıyordu. Bakışlarında zalim birinin bakışları vardı. Meg, gözlerini ondan ayırmaya çalıştı. Çalıştı çalışmasına lakin buna muvaffak olamadı. Zira çocuğun bakışlarında muazzam bir güç vardı. Mıknatıs gibi Meg’i kendi karanlıklarına çekiyordu. Birkaç saniye sonra çocuğun başı dönmeye başladı. Vücudu Meg’e dönüktü. Lakin başı diğer yöne bakıyordu. Meg bağırmak, kocasına seslenmek istedi, başaramadı. Dili tutuldu. Çocuğun mezarın derinliklerinden gelen gibi siyah gözbebekleri yavaşça gecenin karanlığında kayboldu. Gözlerinde karanlıktan başka bir şey görünmez oldu. Konuşmaya başladı. Meg onun söylediği sözlerden hiçbir şey anlamadı. Hangi dili konuştuğu belli değildi. Sonrasında farklı dillerle konuşmaya başladı. Kadın bunun üzerine astım krizine girdi. Ciğerleri neredeyse dışarı fırlayacakmış gibi öksürüyordu. Karısının öksürüklerini duyan John, fişek gibi yatağından fırladı. Nefes nefee karısının yanına koştu. ÜTÜ MASASININ DİBİNDE BİR TESPİH BÖCEĞİ GİBİ İKİ BÜKLÜM OLAN KARISINA dehşetle baktı. Kadın konuşmaya çalışıyor lakin öksürük dışında hiç sesi çıkmıyordu. John hemen karısına suni teneffüs yaptı. Zavallı kadıncağız yaşamla ölüm arasında gidip geliyordu. John’un yaptığı suni teneffüs çaresiz kadını hayata bağlamıştı…

John’un yaptığı araştırmalar sonucunda apartmanın çok güzel olmasına rağmen bu kadar ucuz olmasının ve Meg’in yaşadıklarının sebebi anlaşılmıştı. Bu evin bir önceki sahibi olan Anna adlı bir kadın, acımasızca yedi yaşındaki oğlu Francesco’yu sopayla döverek öldürmüştü. Meg’in de oyun bahçesinde gördüğü çocuk ondan başkası değildi ve kendisine böyle bir son hazırlayan annesinin acısını, aynı evde oturan ve anne olan Meg’den çıkarmak istemişti…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
H. Koç - Frankfurt 5 yıl önce

Bir korku filmi senaryosu olmuş. Başarılı ve etkileyici. tebrikler

Misafir Avatar
Melih ULUDAĞ 5 yıl önce @H. Koç - Frankfurt

Çok teşekkür ediyorum sayın H.KOÇ.

Beğenmedim! (0)