Zehra Hanım, iki ay sonra dünyaya gözlerini açacak olan torununun pembe hırkasını örerken, gözü televizyondaki haberlere takılmıştı. Uzun yıllardır Almanya’da yaşadıklarından Almancayı öğrenmişti. Alman spiker bir Türk emekçi ailesinin evinin dazlaklar tarafından kundaklandığını; üç kişilik ailenin yanarak can verdiğini söylüyordu. Dazlaklar son günlerde iyice azmışlardı. Diğer göçmen işçilere karşıda saldırılarda bulunuyorlar lakin Türklere karşı daha acımasızdılar. Çeteler halinde ve ellerinde zincirlerle sokaklarda terör estiriyorlardı yine.. Türkler çok tedirgindiler…

Hanımefendinin haberleri izlerken neşesi kaçmıştı. Bitmesine çok az kalan torununun hırkasını koltuğun üzerine koymuştu. Kocası ve oğlu evlerine yakın mesafede bir fabrikada çalışmaktaydılar. İçine tarifi imkansız bir huzursuzluk çökmüştü.  

Pencerenin perdesini hafifçe aralayarak dışarıyı izlemeye başlamıştı. Akşam karanlığı caddeyi ağır ağır kuşatırken, birden peydah olan yağmur hanımefendinin zaten karmakarışık olan hissiyatını daha da kötüleştirmişti. Altmış yaşlarındaki beyaz saçlı, kısa boylu bir hanımefendi idi.. O an içinden bildiği tüm duaları ardı ardına sıralıyor ve Yaradandan kocası ve oğlunu dazlakların şerrinden korumasını diliyordu. Ne yazık ki bu şehirde de dazlaklar yalnız gördükleri Türklere saldırıyorlardı. Daha iki gün önce, deri ceketler giyen ve ellerinde sopalar olan beş dazlak, gece saatlerinde mesai sonrası evlerine gitmekte olan iki Türk gencini fena halde dövmüşlerdi…

Gelini Esma’nın mutfaktan gelen sesiyle yıkıcı düşüncelerden kısa bir süreliğine de olsa kurtulmuştu: "Anneciğim, yemekleri hazırladım. Ne dersin, bizimkiler gelinceye kadar şöyle güzel bir kahve keyfi yapalım mı?.."

Zehra Hanım çok uysal bir kişiliğe sahip olan gelinini çok seviyordu. O an çok mutsuz olmasına ve canının hiç kahve istememesine karşın sırf gelini istediği için Ona: “Yap bakalım da içelim benim güzel kızım” demişti…

Yaşanan olaylardan sonra Türkler olabildiğince kalabalık bir şekilde caddeye çıkıyorlardı. Dazlaklar yüreksizlerdi; Türkleri kalabalık gördüklerinde, ellerinde bazen kalın zincirler, bazen de sopalar olmasına rağmen Onlara diş geçiremiyorlar; çok çok yanlarından geçerken hafiften sataşıyorlardı. Böyle zamanlarda, bu çapulcuları tükürükleriyle dahi boğacaklarından emin olan Türk gençleri, başka bir ülkede yaşadıklarından ve Alman polisinin, kendi vatandaşlarının arkasında duracaklarını çok iyi bildikleri için “ya sabır” diyerek bu çapulcuların yanından uzaklaşıyorlardı…

Vardiya çıkışıydı, akşam karanlığı caddenin her köşesine yerleşmişti. Zehra Hanım’ın kocası Mümtaz Bey, oğlu Rafet, apartman komşuları Cemil Bey ve onun oğlu Recep fabrikanın soyunma odasında iş tulumlarını çıkartmışlar ve kıyafetlerini giymişlerdi. Hayli neşeliydiler zira ertesi gün tatildi ve hepsi gidecekleri Nurnberg - Bayern Munchen maçının heyecanını yaşamaya başlamışlardı.  Karınları açlıktan zil çalan dört Türk emekçi hızlı adımlarla fabrikadan çıktılar. İşçilerin iş yerleriyle evleri arasındaki mesafe yürüyerek yaklaşık yirmi dakika tutmaktaydı. İnsanların büyük çoğunluğu işlerinden evlerine dönmüş olduklarından sokaklar hemen hemen boştu. Dört Türk yürürken nadiren birileriyle karşılaşıyorlardı…

Yolu yarılamışlardı. Yorgunlukları yüzlerine yansıyan ve aldıkları her kuruş analarının ak sütü gibi helal olan dört gurbetçi bir an önce eve varmaya çalışıyorlardı. Aslında hepsinin üzerinde bir tedirginlik vardı ve tüm kalpleriyle dazlaklarla karşılaşmadan ailelerinin yanına ulaşmayı diliyorlardı…

Yağmur yeniden başlamıştı. Caddeler her saniye hızını arttıran yağmur damlacıklarıyla iyice kayganlaşmıştı. Aynı anda da ağır bir sis tabakası çevreyi kaplamıştı. Dazlakların biraz öreden gelen bağırışlarıyla canları sıkılmış bir halde birbirlerinin yüzlerine bakmışlardı. Bela gelmekteydi. Herkesin düşüncesine büyük önem verdiği Mümtaz Bey, sakin bir sesle yanındakileri uyarıp, az dazlakları görmemiş gibi yaparak yollarına devam etmelerini söylemişti. Öyle de yapmalıydılar zira bu serserilerin isteği olay çıkarmaktan başka bir şey değildi. Sis bir anda geldiği gibi bir anda kalkmıştı. Şimdi yanyana idiler. Türk işçiler dazlakların yüzlerine bakmıyorlar lakin korkusuz bir şekilde de ilerliyorlardı. O an uzun boylu ve kilolu dazlak elindeki zinciri çevirirken yanındaki kısa boylu ve parlak bir deri ceket giyen dazlağa sırıtarak: “Jurgen, ne Dummkopf adamlar bunlar, defolun gidin ülkenize diyoruz; hala burada kalmaya çalışıyorlar” demişti. Bu sözlerin üzerine diğer dazlaklar da kahkaha atmaya başlamışlardı. Bu sataşmanın üzerine Rafet ve Recep kabarmaya başlamışlar, ancak Mümtaz ve Cemil Beyler, çocuklarının bileklerinden tutarak engel olmuşlardı. Tam tehlike geçti derken, tek gözünü korsanlar gibi kapatan ve en az 120 kilo olan dişlek Alman’ın yanındaki dazlaklara akşamın sessizliğinde şöyle söyle seslendiği işitildi: "Beyler, bunlar kas kafalı ama kadınlarını ve kızlarını seyretmeye doyamazsınız.."

Yine iğrenç kahkahalar işitilmişti.

Az önce çocuklarının bileklerini sıkı sıkıya tutan Mümtaz ve Cemil Beyler, Rafet ve Recep bu sataşmanın üzerine artık her şeyi göze almışlardı. Kalıplı gençler olan Rafet ve Recep yaylarından fırlayan iki ok gibi iki dazlağın ellerindeki kalın zincirleri yakalamış ve hızla çekerek zincirleri iki lapacının ellerinden almışlar, ardından iki sağlam yumrukla iki dazlağı da yere yıkmışlardı. Şimdi diğer dazlakların şaşkın bakışları arasında Mümtaz Bey ve Cemil Bey onlara tekme tokat girmişlerdi. Dört dazlak dümdüz olmuşlardı. Rafet ayakta kalan son dazlağa yumruğunu indireceği sırada, az önce hayatının hatasını yaparak Türklere efelenen yüreksiz dazlağın yalvarışları işitildi. Rafet bunun üzerine dazlağa yumruk atmaktan vazgeçmişti. Vazgeçmişti vazgeçmesine lakin dazlakla dalga geçmek için de hiç beklemediği anda ona vuruyormuş gibi yapmaktan da geri durmamıştı. Bu hamleyi gerçek sanan dazlak korkuyla başını iki elinin arasına almıştı. Türk işçileri önce birbirlerinin yüzlerine ardından da korkak dazlağın yüzüne alaylı alaylı bakmışlardı. Bu acizlik karşısında şimdi Türkler kahkaha atıyorlardı…

Türk emekçileri şanslıydılar zira çevrede hiç polis bulunmuyordu, hızlı hızlı evlerine doğru uzaklaştılar.

Kapı çaldılar ve Esma'nın güler yüzüyle karşılandılar. Konya hiç girmeden sofraya oturmuşlardı.

yemek üzeri kahveler de neşeyle içilmişti.

Zehra Hanım, bebek hırkasına huzurla devam ediyordu;

O bir anneydi ve dua etmişti.

Her annenin duası kabul olurdu.

Zehra Hanım’ın da duası kabul olmuştu..

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.