Bursa Arena E'Gazete
2020-02-16 14:57:23

İstanbul mu? Konstantinopolis mi?

HALİS ÖZDEMİR

16 Şubat 2020, 14:57

İstanbul Kimin İstanbul’u?

Protestan veya Ortadoks olmaları fark etmeden hemen hepsi

“Türklerin 1453’den beri Konstantinopolis’i işgal ettiğine inanıyor.”

Çağ açıp çağ kapatan Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u Fethetmiş; Peygamberimizin övgüsüne mazhar olmuştur.

Ama ne yazık ki Sultan Fatih için akıl almaz saldırılar yapılmış, yapılan saldırılara Osmanlı karşıtlığı kanına işlemiş, Atatürkçülüğü Osmanlı karşıtlığı ile eş görmüş, Atatürkçülük arkasına sığınmış sözüm ona aydın, onun da dışında bilinçli ne idiğü, kim olduğu, milliyeti ve cibilliyet belli olmayan ancak falan partili görünmesi dolayısı ile parti ve aydın zırhı ile orta yerde arz-ı endam eden hainlerce saldırılar aralıksız sürdürülmektedir.

Kim ki ahlaksızca Sultan Fatih’e saldırır, ya KÖR CAHİLDİR ya da çok “bilinçli HAİNDİR.”

Peki bu saldırıların hedefi nedir?

İstanbul kimin İstanbul’u dur?

Maalesef kamuoyumuz tarafından çok da gündeme alınmayan bir konuyu yazmak istedim.

İstanbul Hristiyanlar için ne anlam taşıyor?

Vatikan–İstanbul–Moskova Hristiyan dünyası için ne anlama geliyor?

İstanbul Patrikhanesi ve Patriği ya da Moskova Patrikhanesi ve Patriğinin Ortadokslar için dini önderlik mücadelesinin, Patrikler arasındaki rekabetin muhtemel sonuçları ne olabilir?

Türkiye’yi bu meseleden soyutlamak mümkün müdür ya da Türkiye’nin lehine nasıl sonuçlanır? Bu konu Dışişlerimizin gündeminde olması gerektiği tartışmasız gerçektir.

Aralarında ihtilaf da olsa, kavga da olsa müşterek yanları ve imanları; “İstanbul’un 1453’den beri Türklerin işgalinde olduğu"na inanmalarıdır.

Ortadokslar için İstanbul önemli de Protestanlar için durum değişiyor mu? Elbette değişmiyor.

Onlar da Ortodokslar gibi İstanbul‘un işgal edilmiş olduğuna iman etmekteler.

Protestan ve Ortodoks Hristiyanlar arasındaki ilişkiyi anlatırken Samual Huntington, “Ortodoks Hristiyanları iki numaralı düşman” olarak görüyor.

Rusya, Ukrayna ve Yunanistan konuşulurken bu durum gözden uzak tutulmamalıdır.

Bizim konumuz Porotestanların, Ortodoksları “dinsiz ya da kâfir” görmeleri değil ve hatta nasıl inandıkları bizi ilgilendirmez. Ancak bizi uluslararası ilişkilerimizde Kıbrıs, Yunanistan, AB ve Rusya ilişkilerimizde çok yakından ilgilendirmektedir.

Burada Sultan Abdülhamit politikasını hatırlamadan geçmemeliyiz.

Diplomatlarımız Hristiyan dünyasına toptancı yaklaşımla yaklaşmamalılar.

Batılı Oryantalistler İslam dünyasının kılcal ayrıntılarına kadar tespit edip tarikat, cemaat, mezhep, ırk açısından değerlendirip politika üretmektedir.

Biz neden Batı’nın arasında ihtilaf noktalarını bilerek vaziyet almayalım?

2010 yılında bir Yunanlı öğretim görevlisi yazar Yunanistan’ın Türkiye ile birleşmesi gerektiğini önerdi. Bu öneri Türkiye’de hiç mi hiç değerlendirilmedi; yazarın teklifi Yunanistan’ın o sıralarda sadece ekonomik durumu ile ilişkilendirildi.

Oysa Yunan aydının ırkçı, mezhepçi Batı dünyasının kendilerine ekonomik operasyon dahil yaptıklarını, Yugoslavya‘yı nasıl perişan hâle getirdiklerini, Yugoslavya’nın bu hâle gelmesinde Vatikan’ın rolünü bilmesi ve Osmanlı döneminde gayrimüslimlerin can güvenliğinden kaynaklanıyordu.

Yunan aydının teklifi sosyolojik olarak değerlendirilmelidir.

Önce yakın tarihimizi, ülkemizin jeopolitik durumunu bilmemiz gerekiyor.

Bunu bilmeye mahkûmuz! Mahkûm!..

Dimitris Konstantakopoulos; “Şimdilerde Ortadoks ulusların neredeyse tümü Batı’nın, yükselen finans imparatorluğunun saldırısı altında. Tüm dünya finansın totaliter egemenliği altında. 2010 yılında Yunanlar daha önce eşi benzeri görülmemiş bir “deneyin” öznesi oldular. Ve bu durum sosyal, ekonomik, siyasî ve demografik bir felaket doğurdu. Vatikan, vakt-i zamanında Yugoslavya’nın dağılması kampanyasının yönetilmesinde önemli bir rol oynadı. Rusya halihazırda ikinci soğuk savaş riski ile karşı karşıya…” diye tespitlerini ve tekliflerini sıraladığı yazısında esasen kapitalist, ırkçı, siyonist ve evangelist anlayışın ne kadar acımasız olduğunu anlatmaktadır.

Sadece İslam coğrafyasının başının belası değil, daha doğrusu dünyanın başının belasıdır.

Ancak GÜCÜ HAK SEBEBİ saymak anlayışı yerine HAKKI HAK sebebi saymadığı sürece güçlü daima egemen olacaktır, hem de acımasız bir şekilde.

Bu ve buna benzer konular düşünülürken aklımızdan çıkarmamamız gereken bir hayatî gerçek var:

Türkiye herhangi bir devlet değil, İstanbul herhangi bir şehir ve kara parçası değildir.

İstanbul’dan ve Türkiye’nin değişik yerlerinden kimler TOPRAK almaktadır?

Bugün dünyanın gözünün üzerinde olduğu Türkiye ve İstanbul’da “MÜSLÜMAN TÜRKLERİ İŞGALCİ” gördüklerini bilmemiz ona göre politika üretmemiz geleceğimiz için çok önemlidir.

“Efendim Türk işçileri de Almanya’da daire alıyorlar.”

Bu, doğru bir yaklaşım değildir.

Hiçbir Türk vatandaşımız Almanya bizim atalarımızın demez.

Aklından geçirmez.

Onların tamamı Türkiye’nin her karışının kendilerinin olduğuna inanıyorlar.

Onun için "YABANCILARA toprak satışı derhal vakit kaybedilmeden durdurulmalıdır.."

Mazallah bir zaman sonra bunu yapan, yaptıran göz yuman, sessiz kalan hesabını veremez.

Tarih affetmez!

Bırakınız yabancıların İstanbul’dan toprak almalarını ülkenin başka vilayetlerinden gelen kendi vatandaşlarımız da İstanbul’a gelmeleri ŞARTLARA bağlanmalıdır.

Gerek vatandaşlarımız gerekse muhacirlerin İstanbul’a gelmeleri elini kolu sallayarak olmamalıdır.

Sultanahmet‘te evi ve bürosu olan mesleği avukatlık olan bir vatandaşımızın bana verdiği yazılı bilgiyi sizinle paylaşıyorum:

“İSTANBUL’ da FATİH SUR İÇİ (Sultanahmet ve Fatih Kiliseler etrafı) BÖLGESİ ASTRONOMİK RAKAMLARLA ‘OTEL YAPACAĞIZ’ DENİLEREK (benim binama da astronomik para teklif ettiler.) SATIN ALINIYOR TARİHÎ BİNALAR GECE YIKILIYOR.”

Konuyu Anıtlar Kurumu, Belediye ve diğer kurumlara bildirmemize rağmen hiçbir tedbir alınmıyor, durum vahametine işaret ederek

“Bu işlerin içinde DİNDAR KİSVELİ doymayan vampirler var!” diyor ve devam ediyor, “Bu yerler evangelistler için mi, patrikhane için mi alınmaktadır?”

İSTANBUL SUR İÇİ HRİSTİYAN DÜNYASI İÇİN OLAĞANÜSTÜ ÖNEME SAHİPTİR.

Özellikle bölgede yaşayan mülk sahibi olan vatandaşlarımız kendilerine yapılan astronomik tekliflere itibar etmemeleri konusunda bilinçlendirilmeli,

İstanbul SUR İÇİ‘NDE mülk satışları incelenmelidir!

“İstanbul Türkiye’de kaldığı sürece hem Batı’nın hem Arap dünyasının hedefi olmaya devam edecektir.” (Prof Dr Yusuf Halacoğlu)

Çinliler, Avrupalılar, İsrailliler ve diğerleri ne kadar toprak/mülk aldı?

Güneydoğu’muzda; Urfa‘da, Antep‘de, Hatay‘da, Trakya‘da, Ege‘de, İstanbul‘da! Biliniyor mu, kontrol ediliyor mu?

Kanal İstanbul çevresinde yabancılara mülk satışı ya da bölgedeki mülklerin el değiştirmesi gözetim altına alınmalıdır.

Kanal yapımından sonra bölge olağanüstü stratejik öneme sahip olacaktır.

İbn-i Haldun asırlar önce şöyle diyor,

“Kentliler, kendilerini rahatlık ve kaygısızlığın döşeğine salıvermişler, mutluluk ve bolluğa gömülmüşler, mallarını ve kendilerini koruma işini, yönetenlerine, valilerine, yargıçlarına ve sürekli koruma görevlilerine bırakmışlardır. Ve çevrelerini kuşatan kale duvarlarının, önlerinde dönüp dolaşan bekçilerin ve nöbetçilerin sağladığı güvenceyle uykuya dalmışlardır. Hiçbir kaygı, uyarı heyecanlandırmaz onları. Ellerinden kaçabilecek avları da yoktur. Alabildiğine iyimserlerdir ve kendilerini güvenlik içinde bulurlar. Bu nedenle silahlarını bırakmışlardır.”

“Düşünüyorlardır, biliyorlardır, gereğini yaparlar.” dememek lazım, sorumluluk kuşanmak her vatandaşın vatandaşlık görevidir.

Peki sonuç ne olur biliyor musunuz?

Hiç düşündünüz mü?

İbn-i Haldun sizin yerinize asırlar önce düşünmüş yazmış tabii ki okursanız, ibret alırsanız.!

Vatan müdafaasında canını veren ŞEHİTlerimizin, çocuklarımızın yüzüne nasıl bakarız?

Günlük hayatın hengâmesi içinde fertler olarak gündelik telaşlar içindeyiz ve zaman su gibi akıp gitmektedir.

Yabancılara vatandaşlık konusunu da millî mesele/millî güvenlik meselesi hâline gelmiştir/getirmemeliyiz.

Rahatlık, umursamamazlığa; umursamazlık ise esarete götürür.

Vesselam.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.