Bursa Arena E'Gazete
2017-10-31 16:45:32

Geçmişe mazi…

İSMAİL TEKİN

31 Ekim 2017, 16:45

Azize Teyzemlerin evin yan bahçesine komşu bizim mahallenin çöplüğü vardı. O zamanlar belediyelerin çöp toplamadığı dönemlerdi herhalde.. Anlayacağınız; çocukluk dönemimizde bizim belediyenin varlığından hiç haberimiz yoktu. O kendi hayatını, halk olarak bizler de kendi hayatlarımızı yaşıyorduk…

Çöplüğün alt kısmında yine teyzemlerin bahçeye komşu, bahçenin alt köşesinde ve hemen de yanıbaşında ikiz gibi iki söğüt ağacı ve hemen diplerinde de patlak bir lağım vardı.

İnceden akan Karınca Deresi
'ne (*), karışır karışmazdı. Çok yolüstü bir yerde olmamasına rağmen yine de yeşillikler arasında olması bir şanstı herkes için… Yoksa ortalık yerde, kaynarca gibi, zaman zaman fokurdar dururdu. Ağaçların altında yeşilliklerin içinde çocukluğumuz ile birlikte var oldu, sonrasını hatırlamıyorum. Lağımın solundan dereden karşıya atladığımızda, yine karşımızda daha büyükçe ve araları yaklaşık 1 buçuk 2 metre olan 2 söğüt ağacı ve yine onların da hemen altlarında bu sefer araları 8-10 metre olan yine iki söğüt ağacı bulunuyordu. Söğüt ağaçlarını severim. Sevmemin nedeni de; onlar, benim çocukluğumun en anlamlı dekorlarıdır.
O söğütlerin arkalarında bulunan yamaçlarda da Yeni Mahallenin çöplükleri vardı.
Hem derelerin, tepelerin, çayırların, bayırların, çiçeklerin, çimenlerin arasında hem de lağımların, çöplüklerin arasında bir çocukluk yaşadık. Bütünüyle 50 dönüm kadar olan dere, bizler için, içinde her şeyi barındıran bir film platosu gibiydi.

O derenin kenarına toprağa boylu boyunca uzanarak su içmenin keyfi ömre bedeldi. Yukarılarda da dereye karışan başka kanalizasyonlar var mıydı bilmiyorum ama ‘akan su pislik tutmaz’ atasözüne güvenmiş olabilirdik, kim bilir? Yoktu, yoktu… Çocukluğumuzda derenin üst kısmında yapılaşma yok denecek kadar azdı…Yükseklik farkı olan yerlerde dere bentlerle bölünmüştü. Bentlerin olduğu yerlerde su yüksekten aktığı için küçük havuzlar oluşturuyordu, o havuzlara giren arkadaşlarımızı bile hatırlıyorum.

Bir de hatırladığım; o havuzlarda, kurbağaların üreme süreçlerinin tamamına tanık oluyorduk. Kordonlar halinde yumurtalarını bırakmalarını, yumurtalardaki gelişmeler neticesinde yavruların oluşmasını direkt olarak gözlemliyorduk. Biyoloji dersi mi dersiniz, ne dersiniz bilmem ama buyurun size kocaman bir doğa laboratuarı…

Kimi zaman bodur ağaçlıklar arasında dolaşırken kuş yuvalarına denk gelir, yumurtaları görür, onlara dokunmaz, yuvaları bozmaz, hatta sık sık yanlarına yaklaşmaz, nadiren de yumurtadan çıkmış yavruları bile görebilirdik. Büyüklerimizin anlattıklarını can kulağı ile dinlediğimizden midir nedir bilmiyorum ama yaban hayvanlarının yavrularına da dokunmazdık. Anlatılanlara göre insan eli değdiğinde kokuyu alan hayvanlar yavrularını dışlarlar, onlara bakmazlar, bazı hayvanlar yavrularını yuvadan atar, bazıları öldürürlermiş. Empati yapmayı en iyi bilen çocuklar için müthiş bir olay bu…
Doğa laboratuarımız aynı zamanda da bizim için; tavuklar, horozlar, kazlar, ördekler, güvercinler, baykuşlar, bülbüller, kanaryalar, serçeler, sakalar, ispinozlar, isketeler, baştankaralar, sinekkapanlar, kuyruksallayanlar, sıçancıklar, çalıkuşları, sığırcıklar, karatavuklar, gece kuşları, yarasalar, su sinekleri, helikopter, avavi, ponpon, uğur ve su böcekleri, örümcekler, kelebekler, arılar, karıncalar, kurbağalar, kaplumbağalar, kertenkeleler, yeşilbaşlar, kediler, köpekler, tavşanlar, tarla fareleri ve daha aklıma gelmeyen hayvan çeşitleri ile dolu küçük bir hayvanat bahçesi...

Bir defasında dereye yalnız indiğim bir anda çalılar arasından bir Gelinkadı
'nın iki ayağı üzerinde dikilip dikkatle beni incelediğini hatırlıyorum. Büyüklerimiz çok hikâyelerini anlatırlardı Gelinkadıların, çok farklı hayvanlar… Kümes hayvanlarını boğan, insanlardan bile zaman zaman intikam aldığı söylenen kinci bir hayvan olduğunu çocukluğumuzda anlatmıştı, büyüklerimiz bize… Kentleşme onlarla aramızda olan mesafeyi iyice büyüttü. Pek Gelinkadı ‘ya rastlamak mümkün değil artık. Geçenlerde ne hikmeti kerametse rüyama girmişti, bir anne Gelinkadı… Çok enteresan kızımla, onun yavrusu arasında mukayeseye dayalı Gelinkadı ile aramızda müthiş bir mücadele geçmişti… ‘Hayırdır inşallah’ diyelim geçelim…
Araştırmacı kişiliğimden midir, yoksa çocukluğumuzda dinlemiş olduğumuz hikâyelerden midir nedir bilemiyorum. Hemen hemen her konuda kısıtlı da olsa bazı bilgilere sahip olmanın getirdikleri mi, götürdükleri mi diyeyim, ne diyeyim, kararı size bırakayım. Küçük dünyamız dere yatağındaki çöplüklerde de zaman geçirmedik değil hani. Çocukluk, başıboşluk hepsi bir arada herhalde…

Bir gün o çöplüklerde, öyle tahmin ediyorum ki; Almanyalı falan bir ailenin atmış olduğu, küçük plastik adamlardan oluşan bir oyuncak seti bulmuştum. O zaman oyuncak falan hak getire tabii… Yaşım da 10 veya üzeri olacak ki; meşhur kader kısmetlerin falan olduğu dönemler... O çöplükte bulmuş olduğum oyuncakları içine koyarak bir kader kısmet de ben yapmıştım. Küçük kâğıtçıklara yazıp bir iki de cilli falan katıp hediyelerin içine, bir de ortalığa ‘boş yok’
diye çıkıp, Piremir İlkokulu'nun arkasındaki demir parmaklıklı çıkış kapısının oraya gitmiştim, yaptığım kader kısmeti çektirmeye… Aman bir rağbet oldu ki sormayın, akıllara ziyan yani… O zamanın kuruşları ya da liraları ile hani ‘parayı koymaya yer bulamadım’ diye bir lafımız var ya tam o hesap, cepleri doldurdum. Hayatımda çok paralar kazandım lakin o kazandığım parayı hiç unutamam. Olay bu günün anlatımı ile kökü kar olan katma değeri yüksek bir girişimcilik hikâyesiydi anlayacağınız… Böyle küçük girişimcilik hikâyeleri ile doludur çocukluğumuz…
Çoğumuzun becerebildiği, oyunlardan kazanmış olduğumuz cillileri satarak gelir elde etmek…

Okunmuş gazeteleri ve evden bir miktar un kullanarak ürettiğimiz yapıştırıcı ile yapmış olduğumuz kesekâğıtlarını bakkala veya manava satmak…

Çerden çöpten toplamış olduğumuz alüminyum ilaç kutularını, çivileri, demir artıklarını ve metal diğer küçük eski eşyaları el arabası ile gezen hurdacılara satmak… Uygulamalı eğitimler…
Lakin bu eğitimler çok da başarılı olamadı. Çünkü bizim bulunduğumuz bölgedeki kuşak ileri derecede dürüst, paylaşımcı, başkalarının hakkına hukukuna saygılı yetiştiği için önce av, sonra da kurtlar sofrasında yem oldu gitti.

Memleketin başka bölgelerinde açlıkla terbiye edilmeye çalışılmış olan kitlelerin içinde yetişen bazı insanlar da aşırı egoist, paylaşmayı bilmeyen, hak hukuk gözetmeyen, saygısız, sevgisiz büyümüş ve avcı olmuşlardı.
Aslanı kediye, kediyi de fareye boğduran sistem dedikleri bu olsa gerek…
İlginç…
Tartışmaya da açık tabii ki…
Hayırlısı olsun…
Biz toplum olarak noktayı ‘hayırlısı olsun’ diye koyuyoruz ya..! Artık hayırlısı, hayırsızı nasıl olacaksa; ben de ‘sal engine, varsın dengine’ deyip bırakacağım…
Sonuçta herkes gibi bir şeyler yaşadım…
Yaşadıklarımı da ufak ufak yazıp paylaşıyorum işte…
Yaşanıp da mazide kalanların bir kısmına ‘Maşallah’
, yaşanmayıp da atiye kalanların bir kısmına ‘inşallah’ diyeceğim ve geçeceğim…
Son söz olarak da bilmeyenler için yazayım diye düşündüm; geçmişe ‘mazi’
, geleceğe de ‘ati’ denir…




(*)
Karınca Deresi: Uludağ'ın kuzey eteklerinden doğan ve Bursa merkez Yıldırım İlçesi içinde Teferrüç Mahallesi ‘nden, Piremir Mahallesi ve Yeni Mahalle ile Namazgah ve Karamazak Mahalleleri arasından ve de Şible Semti ‘nden geçerek kent çıkışında Deliçay 'a katılan küçük akarsu. Mahalleler arasında kalmış, bazı bölümleri tamamen kapatılarak yer altından verilmiştir. Yağışsız mevsimlerde büyük ölçüde kurumaktadır.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.