Bulgurcuk yağan kar, Altıparmak Kırmızı Kahve Caddesini çok kısa bir süre içinde beyaza boyarken bir ambulans gözüktü. Devasa bir kalabalık, Kırmızı Kahve’nin hemen yanındaki sokakta bulunan bir apartmanın önünde toplanmıştı. Kısa bir süre sonra, ambulans, meraklı bakışların arasında apartmanın girişinde durmuştu. Ambulans, beşinci katta oturan bir apartman sakininin, karşısındaki daireden gelen ceset kokusunu ihbar etmesi üzerine gelmişti. Ardından, kulakları sağır eden siren sesleriyle bir Renault Toros Polis Otosu da, Ambulansın arkasında durmuştu. Ambulans görevlileri ve polisler, bir çırpıda merdivenlerden çıkarak beşinci kata ulaşmışlardı. Onların ardından, mahalleli de, kapı açıldığında karşılaşacakları manzaranın nasıl olacağının anlatılmaz merakı içinde merdivenleri koşar adım çıkmışlardı. O esnada, ihbarı yapan orta yaşlı hanımefendi ve eşi de, korkudan bembeyaz olmuş yüzlerini iki elleri arasına almış; dehşetten büyümüş gözbebekleriyle adeta kendilerinden geçmişlerdi…

Kapı zili, ardı ardına defalarca çalınmıştı lakin kapı açılmamıştı. Kapının altındaki küçük aralıktan dışarıya sızan koku ise herkesin elini ve ağzını kapatmasına neden oluyordu. 30 yaşlarındaki uzun boylu polis, gür sesiyle, çevresindekilere, geri çekilmelerini; kapının kilidine ateş edeceğini söylemişti…

Kapı açıldığında karşılaşılan feci manzara, sözcüklerle anlatılır gibi değildi. Kelimenin tam anlamıyla bir çöp ev haline gelmiş olan apartman dairesinin ortasında bir hanımefendi, kırmızı halıyla marleyin kesiştiği noktada, devasa bir görünüm sergileyen çöpler arasında, yerde yüz üstü yatıyordu. Kısa boylu, tıknaz polis, yaşlı kadına ulaşabilmek için O’nun yakınlarındaki çöpleri kenara çektiğinde, çöplerin aralarından fırlayan birkaç gri lağım faresi kadının üzerinden geçmişler ve çok hızlı bir şekilde, iğrenç kokular gelen mutfağa kaçmışlardı. Ambulansla birlikte gelen doktor, kadının yüzünü çevirdiğinde, karşılaştığı görüntü karşısında dehşet içinde kalmıştı zira acımasız yaratıklar, merhumenin yüzünü kemirerek, O’nu tanınmaz bir hale getirmişlerdi. Sinirleri bozulan insanlardan bazıları şok olarak oldukları yere çökmüş, bazıları hıçkırıklar içinde ağlıyorlardı. Karşı dairede oturan hanımefendi, cesede yaklaşarak, yavaşça yere eğilmiş ve talihsiz kadının açık olan gözlerini kapatmıştı. Doktor, ölüm raporuna, kadının üç ya da dört gün önce öldüğünü yazmıştı. Hiç şüphe yok ki, kesin sonuç yapılacak otopsi sonucunda belli olacaktı…

Ambulans görevlileri cesedin üzerini örterek O’nu ambulansa götürmüşlerdi. O esnada polis ise sert bir tavırla orada olan insanları, hiçbir şeye dokunmamaları konusunda uyarmaktaydı…

Daha sonra merhumenin karşı komşusu, Polise merhume hakkında bildiklerini anlatmaya başlamıştı:

Vefat eden hanımefendi Melek Hanım adında emekli bir ilkokul öğretmeniydi. Hanımefendi, 30’lu yaşlarında kocasının tüm karşı koymalarına rağmen kocasından ayrılmıştı. Üç çocukları vardı. Hanımefendi, kocasından ayrıldıktan sonra, sorumluluk almak istememiş ve çocuklarını kocasına bırakmış ve sonrasında, kendine özgür bir yaşam kurmuştu. Aradan çok yıllar geçmiş, başka bir kadınla evlenmeyerek, çocuklarına hem ana, hem de baba olan beyefendi, çocuklarını pek güzel yetiştirmiş, Onları okutmuş ve meslek sahibi yapmıştı. Büyük erkek kulak- burun- boğaz doktoru olurken, kız olan ortanca, mimar ve küçük olan erkek ise deniz subayı olmuştu. Yıllar yılı annelerinin, kendilerini bırakarak gitmesinin ezikliğini yaşayan çocukları, Melek Hanım’ı hiçbir zaman affetmemiştiler. Melek Hanım, gençlik elden gidip, her geçen gün yaşlandıkça, artık çocuklarına ihtiyaç duymaya başlamıştı. Fakat, görünen oydu ki, Melek Hanım için artık çok geçti. Çocuklar, babalarının, sık sık “Ne olursa olsun, annenizdir; O’nu ziyaret edin” demesine rağmen, çocuklar, kendilerini ana sevgisinden mahrum eden annelerini hiç aramamışlardı…

Yaşlı kadın, bütün bu can yakan gerçekleri, karşı komşusu hanımefendiye anlatmıştı. Özgür olmak uğruna, kocasını ve çocuklarını terk eden Melek Hanım, her geçen gün yaptığı bu ölümcül acıyı yüreğinde hissediyordu. Melek Hanım, bir de bir zamanlar annesi ile babası ayrılan; bunun sonucunda yıkıma uğrayan ve içine kapanan Sercan ismindeki bir öğrencisinin, sınıf ortalamasını düşürdüğü gerekçesiyle, küçük çocuğun üzerine üzerine gittiğini ve Onu defalarca, arkadaşları arasında küçük düşürmesinden bahsetmişti. Merhume, her geçen gün ölüme daha çok yaklaştıkça, bu vicdan azabını da yüreğinde hissediyordu…

Melek Hanım, yuvasını dağıtmıştı,

Kocasını ve üç yavrusunu; Onlar, henüz küçük çocukken terk edip gitmişti,

Sercan ismindeki bocalayan çocuğun acılarına acı katmıştı,

Su kadar berrak bir gerçek vardı:

Kimsenin ettiği, kimsenin yanına kalmazdı,

Ve öyle de olmuştu…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.