Sınıfın kapısına birkaç kez vuruldu. 9-A sınıfı İngilizce Öğretmeni Aykut Bey, “Gel” diye seslendi. Kapı açıldı. Gelen okul müdürü Selim Bey idi. Yüzü sapsarıydı. Alçak bir ses tonuyla öğretmenini dışarıya davet etti. Aykut Bey’in ve öğrencilerin şaşkın bakışları arasında geldiği gibi yavaşça dışarıya çıktı. Aykut Bey’de merakla onun ardından çıktı. Müdür Bey’in canı çok sıkkın görünüyordu. Gözlerini, göreve başlayalı henüz bir hafta bile olmamış stajyer öğretmeninin gözlerinden kaçırıyordu. Söze nasıl başlayacağını bilemiyordu. Aykut Bey, Müdürün bir an önce söze başlamasını istiyordu. Baktı ki; Selim Bey hala konuşmuyor; bu kez stajyer öğretmen, Müdür Bey’e şöyle sordu, “Hayırdır Müdür Bey, kötü bir şey mi oldu?.."  Selim Bey zar zor konuşmaya başladı ve öğretmenine, “Hocam, az önce Bursa’dan bir komşunuz aradı. Birazdan yine arayacak. Sanıyorum anneniz biraz rahatsızlanmış.." Bunun üzerine yeni öğretmenin az önceki sakinliğinden eser kalmadı. Yüzüne kederli bir ifade yerleşti. Gözbebekleri irileşti. Müdür Bey’in ince kolundan sıkıca tuttu. Onun gözlerinin içine baktı. Selim Bey de o an, en az Aykut Bey kadar zordaydı. Müdür Bey’e, “Allah aşkına söyleyin, anneme bir şey mi olmuş? Söyleyin Hocam..” Selim Bey, İngilizce öğretmeninin omuzundan sıkı sıkı tuttu. Güçlü olmaya çalışıyordu. Kötü bir şey olduğunu anlamış olan yirmi beş yaşındaki öğretmenine, “yok hocam, biraz fenalaşmış” diyebildi…

Birlikte müdür odasına gittiler. Aykut Bey bacaklarını hissetmiyordu. Çalacak telefonu beklemeye başladılar. Kelimenin tam anlamıyla odada bir ölüm sessizliği vardı. Hiç konuşmuyorlardı. Müdür Bey, koltuğuna oturmadı. Geçti, makam koltuğunun karşısındaki koltuğa oturan öğretmenin yanındaki koltuğa oturdu. Aykut Bey başını iki elinin arasına aldı. Yere bakıyordu. Elleri zangır zangır titriyordu. Birkaç dakika sonra telefon acı acı çaldı. Aykut Bey, yaydan fırlayan bir ok gibi soluğu kırmızı telefonun başında aldı. Telefonu bir çırpıda açtı. O esnada Müdür Bey, kederli bakışları eşliğinde yeni öğretmenini izliyordu. İçinden, göreve yeni başlayan bu öğretmenin başına gelen şeyin çok acı verici olduğunu düşündü. Gözü camdan dışarıya takıldı. Dışarıda saldırgan bir yağmur vardı. Öfkeyle damlalarını indiriyordu. Damlalar adeta kurşun gibiydiler…

Telefonun karşısındaki ses, 60 yaşlarındaki komşuları Şevket Bey’in sesiydi. Patavatsız bir adamdı. Çoğunlukla sonda söyleyeceklerini, en başta söylerdi. Gene öyle yaptı:

- Aykut, anneni kaybettik..

Aykut Bey, cevap veremedi. Telefon elinden kayıverdi. Olduğu yere çömeldi. Bir süre sonra odaya diğer öğretmenler doluştular. Meslektaşlarının yanına geldiler. Ona metin olmasını söylediler. Aykut Bey’i koltuğa oturttular. Edebiyat Öğretmeni Dilara Hanım, kendi kardeşine yapar gibi, yeni meslektaşının kollarına masaj yaptı. Aykut Bey’in, tanıştıktan sonra en çok sevdiği arkadaşlarından biri olan Kimya Öğretmeni Sadık Bey, ellerine kolonya döktü. Sonra ellerini Aykut Bey’in yüzüne sürdü. Çiçeği burnundaki öğretmen, daha sonra kendisini biraz toparladı. Kahırlı bakışlarıyla, oturduğu yerden kalktı. Müdür Bey’e memleketi Bursa’ya gideceğini söyledi. Başının ortasında hemen hemen hiç saçı kalmayan kısa boylu Selim Bey, genç meslektaşının omuzunu ona güç vermek istercesine sıkı sıkı tuttu. Daha sonra masasının başına geçti ve gereken izni yazdı…

Aykut Bey, Kütahya şehirlerarası otobüs terminaline geldiğinde, yağmur çok azalmıştı. Tükürür gibi yağıyordu. Firmadan biletini aldı. Zor zahmet orta sıralardaki cam kenarındaki yerine oturdu. Ağlayacak gibi oldu lakin ağlayamadı. Geçmişi düşünmeye başladı. Annesi; emekli ilkokul öğretmeni Firdevs Hanım, bundan iki yıl önce göğüs kanseri sebebiyle ameliyat olmuştu. Hastalığı çok ileri bir aşamada değildi. Ancak hastalık, ne yazık ki zamanında da yakalanamamıştı. Göğsü alınmıştı. Ameliyatı takiben radyo terapi uygulanmıştı. Hastalık bir yıl boyunca başka bir organa sirayet etmemişti. Her şey iyi gidiyordu. Ta ki Mayıs 1993’ e kadar. O ay; Bursa Tıp Fakültesi’nde yapılan tetkiklerde; annesinin karaciğerinde kanser hücrelerine rastlandı. Sonrasında kemoterapiye başlanmıştı. Bu süreçte hastalık gerilemişti lakin zaman geçtikçe tekrar ilerlemişti…

Aykut Bey, annesinin vefatını bekliyordu. Bekliyordu beklemesine ama doktor, vefatın bu kadar da çabuk olmayacağını, altı ay kadar daha yaşayacağını söylemişti. Boğazına bir şeyler düğümlendi. Başını cama yasladı. Dışarıda yağmakta olan yağmur artık iyice kişiliksizleşmişti. 40 yaşlarında, kıvırcık saçlı bir yolcu, Aykut Bey’in yanına oturdu. Selam verdi ona. Lakin acılı adam, selamı duymadı. Yol boyunca annesini düşündü. Çocukluğu geldi önce gözlerinin önüne. Annesi Firdevs Hanım, Bursa Valisi’nden ödüllü çok başarılı bir öğretmendi. Kendisine okuma yazmayı zamanından bir yıl önce öğretmişti. Aynı zamanda mükemmel bir anneydi İlkokulu annesinin öğretmenlik yaptığı okulda okumuştu. Arada Onun sınıfına giderdi. Bu da kendisini dünyanın en mutlu çocuğu yapardı. En çok da annesiyle birlikte Maksem yokuşunun bitimindeki, Tahtakale'nin hemen üstündeki, küçük, sevimli Pastanede sup yemeyi severdi…

Vakit öğleyi biraz geçmişti. Ama dışarıda korkunç denebilecek bir hava vardı. Bu yüzden etraf akşam olmuş gibi kapkaranlıktı. Eski otobüsün hareketinden bu yana bir saate yakın bir zaman geçmişti. Aykut Bey, başını koyduğu camdan hiç çevirmedi. Anıları gözünün önünde canlandıkça kendini daha çaresiz hissediyordu. Göz pınarlarında yaşlar birikti. İçi acımaya başladı. Anneciği, canı anneciği ellerinin arasından yitip gitmişti ve o annesi için hiçbir şey yapamamıştı. Hiçbir şey yapamamanın dayanılmaz azabı yüreğini eziyordu. Birkaç damla indi gözlerinden. Yaşlar yanağını ıslattı. Lakin Aykut Bey bunu hissetmedi bile.. Yanındaki adam, selamına bilerek karşılık verilmediğini düşündüğü için yanındaki adama hiç bakmıyordu. İçerlemişti. Bu yüzden, o da Aykut Bey’in tarafına hiç bakmıyordu. Aykut Bey ise o an yanındakinden bir ses, bir söz bekliyordu. Buna ihtiyacı vardı. O bir söz söylese, Aykut Bey, zaten başını adamın omuzuna koyacak; sanki kardeşiymiş gibi adama çektiği azabı anlatacaktı. Lakin adam sormadı…

Cenaze evinin önü çok kalabalıktı. Firdevs Hanım, sağlığında çok sevilen bir insan olduğu için, konu- komşu, yakın-uzak akrabalar, herkes oradaydı. Firdevs Hanım’ın en yakın arkadaşı Ayşe Hanım, Aykut Bey’i sokak kapısının önünde karşıladı. Sarıldılar. Hemen herkes ağlıyordu. Aykut Bey ise adeta buz kesmişti. Dışarıdan bir canlı cenaze gibi gözükmekteydi. Dayısının oğlu Ferhat, dayıoğluna sarıldı. Hıçkırarak ağlıyordu. Rahmetlinin, onun üzerinde belki kendi ana-babasından daha fazla emeği vardı. Aykut Bey’i dar avludan geçirerek bahçeye getirdiler. İçerdeki odadan Kur’an sesleri geliyordu. Arada ağlayışlar, Kur’an okuyan kadının sesine karışıyordu. Kendinde olmayan ve kocaman gözbebekleriyle adeta deli gibi bakan Aykut Bey’i bir iskemleye oturttular. Çevresinde, çocuğundan yaşlısına çok sayıda insan toplandı. Annesini kaybettiğini telefonla haber veren Şevket Bey göründü avlunun başında. Aykut Bey'in yanına geldi. Yanında da karısı Cemile Hanım vardı. Cemile Hanım, Aykut Bey’i kolundan tutarak onu içeriye götürmeye çalıştı. Anneciğini görmesini istiyordu. Kaldıramadı. Adeta mıknatısla yere çakılmıştı. Büyük dayısının oğlu da kaldıramadı. Yan komşu İclal Hanım Aykut Bey'in tam karşısına geldi ve göz yaşları eşliğinde şöyle dedi:

-Aykut, hadi oğlum. Gel içeri girelim de anneciğini son kez gör. Melekler gibi. Yüzünde anlatılmaz güzellikte bir tebessüm var. Cennette şu an. Buna hiç kuşkumuz yok. Hadi yavrum..

Gene kaldıramadılar. O kadar kişi kaldıramıyordu. Aykut Bey, hiç kimsenin beklemediği bir anda ayağa fırladı ve kendinden geçmiş bir halde bir süre Uludağ’ın eteklerine baktı. Sonra kalabalığa şu soruyu sordu:

-Söyleyin bana, söyleyin. Güzel anamı öbür dünyada görecek miyim. Melek anamı görebilecek miyim?..

Oradakiler, önce şaşkın ifadelerle birbirlerine baktılar. Sonrasında yaşlılar ona: “Görmez olur musun evladım. Göreceksin elbet..” dediler…

Saatlerdir kahrını içine akıtan Aykut Bey, artık daha fazla kendini tutamamıştı. Bağıra bağıra ağlıyordu. Ayşe Hanım, Aykut Bey'e sarıldı. Onu teskin etmek istedi fakat başaramadı.

Aykut Bey, annesini kefen içinde görmek istemedi. Çünkü o, annesini böylelikle hiç ölmemiş gibi hissedecekti. İçeriye girmedi, sokamadılar onu.

Ertesi gün, cenaze namazı kılındı,

Firdevs Hanım’ın cansız bedeni toprakla örtüldü,

O gece, cenaze evinde Kur’an okundu,

Nihayetinde konu –komşu da gitti..

Aykut Bey lavaboya gitmek için holde ilerliyordu,

Başını sol taraftaki; anneciğinin vefat ettiği odaya çevirdi,

Oda loştu,

Yatağı toplanmıştı..

Ayşe Hanım’ın söylediğine göre, yatağında son nefesinde, “Oğlum, yavrum, Aykut’um..” demişti,

Bir karaltı gördü Aykut Bey odada,

Korkması gerekiyordu,

Lakin hiç korkmadı;

Bir gölge,

Annesinin gölgesiydi,

Yatağının üzerine oturdu,

Uzandı.

Hiç görülmemiş güzellikte yeşil bir ışık belirdi o odada,

Yağmur oldu,

Yağdı üzerine…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Ayşe M. 6 yıl önce

Biliyor musunuz Onlar Cennet bahçelerinde şimdi.. Allah sizlere sağlıklı uzun ömürler versin.

Misafir Avatar
Melih Uludağ 6 yıl önce @Ayşe M.

Hanımefendi, güzel yorumunuz için teşekkür ediyorum. Düşüncenize katılıyorum.

Beğenmedim! (0)